Soğuk Savaşın en başında Başkan Truman, Türkiye ve Yunanistan’ı ABD himayesine almak için Domino Teorisi deyimini kullanmıştı: “Türkiye ya da Yunanistan komünizmin pençesine düşerse, diğerleri de düşer...” Gerçi Komünizm Yunanistan için hala çok çekici bir seçenektir. Ve Türkiye’nin asla Komünist bir rejim altına girmeyeceğini ya anlamadılar ya da işlerine gelmedi... Neyse...
Sonra 1954’ten başlayarak Başkan Eisenhower, Uzak Asya’da Vietnam denen ülkeyi kucağında buldu. Vietnam, Fransa sömürgesiydi. Fransa milliyetçi direnişle Vietnam’da hırpalanmış ve ülkeden kaçmak zorunda kalmıştı, ama giderken de burayı ABD’nin kucağına bırakmıştı.
ABD binanın kolonlarının eksik ve çatlak olduğunu bilmeden eve taşınan kiracı gibi, salondan yan binanın boyasız yan cephesine bakıp, manzaranın şahane olduğunu düşünüyordu. Tavandan su akarken -Burada ne işimiz var diyenlere bir cevap lazımdı.
Vietnam denize düşüp, Moskova-Pekin’e sarılmıştı, ABD Komünizm tehdidi-Domino hikayesine sarıldı. Vietnam düşerse Laos, Kamboçya düşer, oradan Hindistan’a veya Japonya’ya kadar herkes düşer, falan... ABD Vietnam’da 20 yıl savaşıp, 1.4 milyon Vietnamlı ve çevre ülke vatandaşı ile 58 bin ABD askerini gömüp, 1 trilyon dolar harcadıktan sonra çekildi. Vietnam yine Komünist oldu ama çevreye bulaşmadı, Komünizm ihracı işlemedi. Yıllar geçti, serbest piyasaya geçtiler.
Geçen gün de Vietnam devlet başkanı, Beyaz Saray’a Trump’ı ziyarete geldi. Ekonomik işbirliği, yatırım falan konuştular. Trump övündü: Vietnam’a 8 milyar dolarlık mal satılacak. İşin ilginci, Vietnam ABD’ye daha fazla mal satıyor. Tam 32 milyar dolar ticaret fazlası var. ABD Vietnam’a mal satmakta zorlanırken, Vietnam elektronik parçalar, yarı iletkenlerle ABD’ye ihracatı kilitlemiş. Domino Teorisi asıl ihracatta düşünülmeli: ABD’ye yarı iletken satarsan, Kanada’ya da satarsın...
AB seçmen tercihine bırakılmayacak kadar önemli
Domino teorisi kulağa hoş gelen, mantıklı görünen ama aldatıcı bir varsayım.
Soğuk Savaş’ta işlemedi ama birkaç yıl önce Demokratik domino teorisi diye bir saçmalığı tedavüle çıkarttılar... ‘Arap Sonbaharı’nda bir ülke -Demokratik- olunca, diğerleri de olacaktı. Tunus’ta tesadüf oldu, diğerlerinde planlı tezgahlarla ortalık çözümsüz şekilde karıştı. Demokrasiyi bırakın, ülkeler bölünme parçalanma noktasına geldi, iç savaşlar patladı, nüfuslar mülteci oldu, yok oldu.
Günümüzde İngiltere’nin AB’den çıkma referandumu Brexit ile, Donald Trump’ın başkan seçilmesi, Popülist Domino teorisi ağızlarını başlattı... Avrupa’da öfkeli, sistem dışı kalan, refah devletinin yok olduğunu gören, yoksullaşan işsiz kitleler en uç, ırkçı yıkıcı ve AB’ye tehdit olan siyasileri işbaşına getireceklerdi.
Bu teori Komünist tehditten daha gerçekçiydi, çünkü AB ekonomisi inişteydi. Ekonomi iyiyken refah varken herkes demokrat, herkes hoşgörülü, liberal…
Ekonomi bozulunca esas damar ortaya çıkıyor. İlk deneme Avusturya’da yapıldı, sonra Hollanda seçimi geldi ve bu seçimlerde beklenen olmadı, Faşist adaylar kazanamadı. Tehlikenin farkına varan Almanya-AB liderliği, genç - kentli seçmeni seferber edip, radikal tercihin cüzdanları eriteceğini söyleyip, seçimi ‘Korkunç Radikal aday- Tatlı AB adayı’ tercihine zorluyordu… Bir diğer taktik, seçim katılım oranlarının yükseltilmesiydi. Medya - Sosyal medyada profesyonel kampanyalar sahnelendi. Fransa’da Le Pen bu şekilde saf dışı bırakıldı. İtalya’da halen radikallerin seçim kazanması ihtimali yükseldikçe seçimi ertelemeye çalışıyorlar.
En son İngiltere seçimi, sert biçimde AB’ye meydan okuyarak AB’den çıkmak isteyen muhafazakarların yenilgisiyle sonuçlandı. Sol yükseldi, hiçbir parti tek başına iktidar olamadı. Londra’nın elit üniversite öğrencilerinin, sonucu coşkuyla kutladıkları bildirildi. Muhalif solun yükselmesini kutlamıyorlardı, bölünmüş ve güçsüz parlamentoyu, yani siyasi istikrarsızlığı kutluyorlardı.