Paris katliamı Avrupa’da ve Türkiye’de çok faklı tartışmalara yol açmakla kalmadı, Türkiye’deki İslamofobi’nin vardığı boyutları da gözler önüne serdi.
Avrupa’nın ciddi bir İslamofobi sorunu var, ama çözülebilir bir sorundur bu; lakin Türkiye’nin İslamofobi sorunu maalesef bu kadar kolay çözülebilecek bir sorun değildir.
İslamofobi henüz Avrupa’da zafer elde etmiş bir iktidar alanı değildir.
Ama İslamofobi Türkiye’de bugün, sırf AK Parti düşmanlığı nedeniyle, İslamcı olarak bilinenden, solcusuna, hatta liberaline kadar, herkesin katkı sunmaya çalıştığı bir iktidar alanıdır.
***
Monist/İttihatçı/ Jakoben ideolojilerin buluştuğu bir yeni tahayyül veya yeni düşünce biçimi ki, hedefinde, sadece simitle beslendiği için gelişememiş, ‘eciş bücüş ve aklı olmayan yaratıkların’ iktidarından kurtarmak var.
Günümüzün yerli İslamofobiklerinin, 90’lı yılların toplumu kasıp kavuran ünlü Kürdofobikleri arasından çıkması ise hiç de tesadüf değildir.
İşe bakın ki, dünün Kürdofobikleri, şimdilerin İslamofobikleri, yani Ahmet Kaya, başta olmak üzere, Kürt sanatçıları ve siyasetçileri için nefret kusan manşetleri atanlar, Paris’teki gösteriye katılıyor ve ‘Ben de Çarliyim’ numaralarına yatıyorlar.
Ahmet Kaya’nın, gömülü olduğu Paris’teki mezarlıkta, herhalde kemikleri sızlamıştır.
‘Vay şerefsiz’ manşetini atan adam, işe bakın ki, şimdi de Paris’te ‘Ben de Çarliyim’ pankartı taşıyanların gölgesine sığınmış, güya özgürlükleri savunuyor!
Oysa onun yönettiği gazetenin sayesinde bir zamanlar Türkiye Kürtlere dar edilmişti.
Kürtler’in tamamı, bu bayların yürüttüğü ve içinde nefretten ırkçılığa kadar her kötülükten bir parça olan psikolojik harp karşısında potansiyel PKK’li olmadığını ispat etmekle yükümlü kılınmıştı.
12 yıllık AK Parti iktidarı bu gerçeği tersyüz etti. Kürtler’in inkarı bitince, ve Kürdofobi, kârlı bir meşgale olmaktan çıkınca, aynı adamlar, bu defa, İslamofobiye dört elle sarıldılar.
28 Şubat onlar için bu deneyimin miladı oldu.
***
Hollande ‘İslam karşıtlığı yasal olarak cezalandırılmalı’ derken Merkel ‘Müslümanlar Almanya’nın bir parçasıdır, zan altında bırakılamazlar’ diyerek meydanlarda Müslümanlarla omuz omuza ırkçılığı ve İslamofobiyi kınarken, Türkiyeli İslamofobikler, Türkiye’yi zan altında bırakmak ve İslamın şiddet üreten bir din olduğunu ispatla meşguller.
Yakında Holande ve Merkel başta olmak üzere, Avrupalı liderlere öfke kusan yazılar kaleme alırlarsa şaşmayın.
Hollande’ın süreci yönetmede ve yönetirken bütün dünyayı Fransa’nın acısına ortak etmede gösterdiği başarı, ardından İslamofobi’nin yasaklanması ve cezalandırılmasını mümkün kılacak yasal düzenlemeler talep etmesi takdirle karşılandı.
Herkes biliyor ki, Avrupa tamamen, güvenlik eksenli önlemler alır ve varoşlarda yaşayan Müslüman halkın özgürlük alanlarını, terör bahanesiyle kısıtlarsa, (İspanya’da maalesef bu yönde çabalar yoğunlaşmış durumda) Avrupa başkentlerinin bir anda herkesin herkese düşman olduğu şehirlere dönüşmesi kaçınılmaz hale gelebilir.
Avrupa’nın sanatçılarına, aydınlarına çok iş düşüyor. Ünlü film yönetmeni Luk Besson’un geçenlerde Le Monde’ta yayınlanan ve Müslüman gençlere saygılı bir dille seslenen yazısı örnek alınmalı, bu gençlerin uluslararası terör örgütlerinin pençesine düşmemesi için, bütün sosyal, siyasal tedbirler alınmalıdır.
***
Aydınlar, sivil toplum, hükümetler, herkes ama herkes taşın altına elini sokmadıkça, Avrupa, her tarafı sarmış bu ateşten kendini koruyamaz.
Başta Türkiye olmak üzere, başka Müslüman ülkelerle işbirliği hayati önemdedir.
Ama Türkiye’nin her bakımdan bu işbirliğine açık olması gerekir. Başbakan Davutoğlu’nun Paris’teki yürüyüşe katılması bu bakımdan çok önemlidir. Türkiye hem kendi içindeki İslamofobiyle savaşmak, hem Avrupa’da İslamofobiye karşı başlayan mücadeleye katkı vermek zorundadır.
Şu giderek önem kazanıyor tabi:
Avrupa halklarına gerçeği söylemenin zamanı geldi. Avrupalıların da bilmesi ve kabul etmesi gereken gerçek şu ki Filistin, Suriye ve hem Batı’nın hem Ortadoğu’nun ‘ideal düşmanı’ olmayı başarmış, kendisiyle hem Irak hem Suriye hem Kürdistan’da savaşılan IŞİD sorununa uluslararası bir çözüm bulunmadıkça, Avrupa’da ve dünyanın başka yerlerinde ne terörü ne terör örgütlerine özellikle Avrupa’dan katılan insanları durdurmak mümkün olacak.
Ortadoğu’da süren terör ve katliamlar durmazsa, bu eylemler dünyada da durmayacak ve bu bataklık bütün dünyayı tehdit eden terörizmi beslemeye devam edecektir.
Dünyanın gösterme ve ispat etmeye mecbur olduğu bir şey varsa, o da IŞİD ve benzeri örgütlerin devletleşemeyeceğini, bunun hiçbir zaman mümkün olamayacağını göstermektir.
Oysa biz ne görüyoruz: IŞİD’in şu anda Irak ve Suriye’de kontrol altında tuttuğu ve yönettiği nüfus ve bu nüfusun yaşadığı coğrafya, Avrupa devletlerinin bazılarından büyüktür!
Bu nüfus ve bu coğrafya özgür olmadan, Avrupa’da özgürlük artık bir hayaldir.
Ve Avrupa’nın özgürlüğünün, bugün Ortadoğu ve dünyanın başka yerlerinde can çekişen, her geçen gün biraz daha ölen adaletin ve insanlığın dirilmesine tarihsel olarak gelip bağlanması belki de takdiri ilahidir!a