Anadolu Kulübü, Cumhuriyet tarihinin erken dönemlerinden itibaren Ankara ve İstanbul seçkinlerinin adeta merkezi olmuştur denilebilir. Kulübün üyesi olmak, sosyal hayatta (eskiden sosyetede de denilirdi) başarılı olunduğunun adeta bir kanıtı gibiydi.
Anadolu Kulübü, Atatürk’ün talebiyle 1926 yılında kuruldu. Ankara’da Hakimiyeti Milliye matbaasında basılmış olan ilk tüzüğünde kuruluş amacı şöyle ifade edilmişti: “Anadolu Kulübü, Ankara’da oturan Türk ve yabancı üyelerine buluşup, görüşme imkânı sağlamak ve başkentte bir kuruluş meydana getirerek, kulübe girecek üyeler arasında sosyal ilişkileri kolaylaştırmak amacıyla kurulmuştur.” Sonradan İstanbul Büyükada’da da güzel bir yeri oldu kulübün…
Kurucuları tanıyalım
Kulübün ilk fahri başkanı, Başbakan İsmet İnönü’dür! Uzun yıllar boyunca kulübün yönetim kulübü, o sırada göre yapan bakanlar kurulu idi! Kulübün kurucuları arasında Cumhurbaşkanlığı başkâtibi Tevfik Bıyıklıoğlu; Kılıç Ali; Necip Ali Küçüka; Reşit Galip; Hasan Saka; Falih Rıfkı Atay; Hamdullah Suphi Tanrıöver; Ruşen Eşref Ünaydın; İbrahim Tali Öngören; Fuat Bulca; Kâzım Özalp ile Fevzi Çakmak da vardı. Bu isimlere Şükrü Kaya ile Refik Koraltan’ı da katabiliriz.
Kuruluş ve yükseliş
1950 yılına kadar Ulus’ta; vakıflar binası ile Stad Oteli arasında; Anadolu Ajansı’ nın da bulunduğu Vakıflar İdaresi’ne ait binalarda; 1953 yılına kadar Merkez Bankası’ nın bir katında kiracı olarak hizmetlerini sürdüren kulüp; 1952 yılının sonlarında eski Başbakanlardan Hasan Saka’nın Kızılay’da iki dönüme yakın bir bahçe içinde bulunan iki katlı evi satın alınarak, 23 Mart 1953 tarihinde kendi malı olan binasında hizmete açılmış ve 1965 yılına kadar da burada hizmete devam etmişti.
Daha sonra bu bina 1965 yılında yıkılmış ve yerine inşaata başlanmış; yapımı 1968 yılında tamamlanarak; aynı yılın ortalarında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından hizmete açılmıştı. Bütün bunlar devletin desteği ile olmuştu.
İstanbul Büyükada’ da bulunan ve 1906 yılında kurulmuş bulunan İngilizlerin Yat Kulübü; tüm bina ve tesisleriyle birlikte 1928 yılında Anadolu Kulübü’ne verilmişti. Kulübün Büyükada şubesi; bugün de kulüp üyelerinin yazın dinlendikler ve tatillerini geçirdikleri nezih bir yer olarak hizmet vermektedir. Kulübün Büyükada şubesinde bulunan ve Atatürk’ün hediyesi olan tarihi köşkler ve binalar da zikredilmelidir elbette... Anadolu Kulübü her hangi bir dernek değildir. Bugüne kadar hükûmet ve Meclisle yakın ilgisi nedeniyle devletten daima himaye ve yardım görmüştür. Bugüne kadar da bu mahiyetinden ötürü sürekli olarak devlet hazinesinden yardım almıştır. Zaten kulübün üyelerinin “büyük çoğunluğu; eski ve yeni milletvekilleri olmak ükere; üniversite rektörleri, yüksek yargı organlarının başkan ve üyeleri; yüksek seviyeli askerî ve sivil büroktaları ile içtimaî mevki sahibi zevattan oluşmaktadır.”
Arşivden bir esinti
Anadolu Kulübü’nün Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde bulduğum bir çağrısını sizlerle paylaşmadan edemedim doğrusu… Anadolu Kulübü Büyükada şubesi, 1945 yılının Nisan ayında; yani savaşın bitmesine haftalar kala; yönetim kurulunun bir kararını üyelerine duyurmuştu bile… 1945 yılında Büyükada şubesi, 30 Mayıs’ta açılacaktı. Bunun için “küçük bir yemek servisi” düzenlenecekti.
Haziran ayı sonuna kadar yıllık abone kartı almayanlar, kulübe giremeyeceklerdi. Üstelik tüzük hükmü gereğince üyelik hakkından da vazgeçmiş sayılacaklardı. Yıllık üyelik aidatı da açıklanmıştı: Üyelik aidatı, eşi ve on sekiz yaşına kadar olan çocukları dahil kişi başına 35 lira idi. Eğer kız çocuğunun yaşı on sekizin üzerinde ise; bu takdirde diğer aile efradı için de kişi başına on lira ödenmeliydi. İlk kez üye olacaklar için ise; bir kere mahsus olmak üzere, üyelik girişi için ayrıca 50 lira ‘duhuliye’ ücreti alınıyordu. Ama bu hükümler de herkes için değildi tabiî; kulübün merkezine kayıtlı olanlar bundan muaftılar.
Büyükada’da oda fiyatı
Eğer yazı geçirmek için Büyükada’da kulüpte oda tutmak istiyorsanız; önce bu konuda bir başvuruda bulunmanız gerekiyordu. Tarih tercihinize göre, dileğinizin gerçekleşip gerçekleşemeyeceği size bildirilecekti. Eğer oda revervasyonunda bulunursanız ve gelmezseniz, oda kirası sizden tahsil edilecekti. İstanbul’a geçici olarak gelen yerli ve yabancılar, iki daimî üyenin önerisi üzerine kulübe geçici olarak katılabilirlerdi. Bu gibiler, kulüpte bulunacakları ilk üç gün için üç ve daha sonraki her gün için de bir lira ödeme yapacaklardı.
Geçici üyelerin de bazı hakları vardı tabiî: Önceden yönetime bildirmek, misafir defterine adını yazdırmak ve her bir misafiri için de bir lira ödemek koşuluyla; her üye dışarıdan kulübe yemeğe misafir davet edebilirdi. Yemek harici olarak davet edilecek misafirler için ise; yine önceden haber verilmek kaydıyla, hafta içinde bir ve hafta sonlarında da üç lira ödenmeliydi.
Uyulması gereken kurallar
Elbette böylesine nezih bir toplulukta bazı kurallar da olacaktı; buna göre; “misafirler, davet eden üye ile birlikte bulunmak şartıyla, kulübün büfe, lokanta, salon ve bahçesinden ancak istifade edebilirler”di. Misafirlerin kulüpte yatması kesinlikle yasaktı; oyun bahçesine ve salonuna girmeleri de keza yasaktı. Eğer gerekirse; hafta sonları kulübe misafir getirilmesi yasaklanabilirdi. Ayrıca, bir mevsim içinde bir kişi iki defadan daha fazla misafir olarak kulübe getirilemezdi. Kulüp üyeleri, “kendisini hariçten görmeye gelenleri hususî misafir odası’nda kabul edebilirdi. Fakat “odasına ve üyelere mahsus yerlere bu gibilerin götürülmesi yasaktı.” Üyeler, çocukları hakkında tüzükte bulunan kurallara harfiyen uymalıydılar.
MENÜ VE FİYATLAR
Fiyatlar da değişiklik gösteriyordu; yazının ekindeki fiyat listesine göre; ‘büyük ev’de oda fiyatları 725 ilâ 950 kuruş arasında değişiyordu. İki kişilik oda fiyatı ise 1600 ilâ 1850 kuruş arasında idi. Eğer ‘beyaz ev’de oda kiralamak isterseniz, bu takdirde tek kişilik oda için 960 kuruş; iki kişilik oda için ise 1750 ilâ 1900 kuruş ödemeniz gerekirdi. Üç kişilik oda fiyatı 2400 kuruştu. Bir de ‘sarı ev’ vardı; buradaki oda fiyatları tek kişilikler için 950 ilâ bin ve iki kişilikler için ise 1800-1900 kuruştu. İki kişilik odalar 1800-1900 kuruş iken; eğer canınız ‘köşk’te kalmak isterse, bu takdirde 2400 kuruş ödemeniz gerekecekti.
Pahalı mı geldi? Gelmesin; çünkü bu fiyata; akşam yemeği (çorba; et suyu veya börek; balık, piliç veya et; etli veya zeytinyağlı zerzevat; meyve, komposto veya yoğurt ile taşdelen suyu ve ekmek) de dahildi! Yine mi pahalı geldi? Fakat sabah kahvaltısı da fiyata dahildi: Sütlü çay veya kahve, tereyağı, reçel ve kızarmış ekmek…
İlânda şu açıklama da yapılmıştı: “Akşam yemeği ve sabah kahvaltısı, oda kirasının içinde olduğundan, kulüpte oda tutanlar, akşam yemeğini veya sabah kahvaltısını ister yesin ister yemesin, bu parayı verecektir. Yalnız esenlik yüzünden akşam yemeğini yemeyenler, önce müdüriyete söylemek ve hiç değişmemek üzere akşam yemeğini her daim öğle de yiyebilirler ve akşam ne yerse, onun parasını verir. Bunun dışında sabah kahvaltısını akşam veyahut akşam yemeğini öğle yemeği yerine yiyemez.”
YEMEKHANE DÜZENİ
Hâlâ kesin karar verememiş olan okuyucular açısından biraz daha detay vereyim bari… Öğle yemeği saati, çocuklar için 11:30-12:30 arasındaydı. Üyeler için bundan sonra başlıyordu ve iki saat boyunca sürüyordu. Akşam yemeği çocuklar için 19:30’da başlıyor ve bir saat sürüyordu; ardından saat 20:00 ile 22:00 arasında üyelere akşam yemeği veriliyordu. Böylece yemekler çocuk gürültüsünden uzakta, sakince yenebiliyordu! Ama bu benim yorumum! Çünkü, ilânda; çocukların yemeklerini “dadıları” ile beraber, kendilerine ayrılan yemek salonunda yiyecekleri özellikle vurgulanmıştı! Bu arada; kulüp üyesi olup da; dadısı olmayan çocuk olur mu hiç! Yoksa sizin dadınız olmadı mı hiç? -Burada bir yüz buruşturma ifadesi koymadan geçmek de olmaz yani…
Öğle yemeği, alakarttı; yalnızca yirmi kuruştu; akşam yemeği ise tabldot olup, üç kaptı ve meyve de buna dahildi. Perhizdekiler de düşünülmüştü; arzu edenler yemeklerini her sabah ona ve akşamları da altıya kadar metrdotele haber vermek kaydıyla yiyebilirlerdi. Biraz güç beğenenler için de bir yöntem bulunmuştu: “Akşam tabldot yemeklerinden birini başka bir yemekle değiştirmek” ancak bazı şartlara göre mümkündü. Aksi halde, değişen yemek, alakart olarak hesaba geçecekti. Elbette sağlık açısından mazereti olanlar ya da misafir çağıranlar, önceden haber vermek koşuluyla, istedikleri yemekleri ısmarlayabilirlerdi. Oda servisi de var mı diye soracak olanlar varsa eğer; “odalarda yemek isteyenlerden elli kuruş fazla” ücret alınacaktı. Ben beğendim doğrusu; bu yazı Büyükada’da geçirebilirim. Tabiî bir zaman makinem olsaydı!