Soma’daki korkunç maden kazası dolayısıyla yasal çerçevede veya mevzuatta olabilecek eksiklerin de, yasal denetimler konusundaki kusur ve ihmallerin de hesabının öncelikle siyasi iktidardan sorulması kadar doğal bir şey olamaz. Ne var ki burada devletin sorumluluğu hiçbir şekilde yok sayılamasa da birinci derecede suçlunun oradaki işletmeyi yönetenler olduğu ortada. Herhangi başka bir işletmede can kaybıyla neticelenen bir kaza yaşansa, diyelim ki bir lokantada tüp patlasa veya bir inşaatta vinç devrilse bunun sorumlusu olarak o işletmeyi idare edenlerden hesap sorulur. Ardından elbette denetim vb. konularda kusur ve ihmal söz konuysa devlet kurumları da mercek altına alınır, gerekirse ilgili kamu görevlileri de yargı karşısına çıkarılırlar. İktidardaki kadroların ise yargısal sürecin dışında siyaseten de hesap verme zorunluğu vardır.
Soma faciasında ortaya çıkan tablo bu şablona uymuyor nedense. İşletme sahiplerine başlangıçta ne medyada ne siyasette ne de yargıda hesap sormaya kalkışan çıkmadı. Buna mukabil hem medyada hem de sokaklarda söz konusu facia dolayısıyla adeta hükümet karşıtı bir kampanya start almış görüldü. Özellikle Başbakan Erdoğan facianın bir numaralı sorumlusu olarak hedefe konuldu.
Ülkenin başbakanının, yani seçilmiş siyasi iradenin böyle bir olaydan dolayı bir numaralı sorumlu sayılması eğer ülkede bu anlamda bir gelenek ve kültür varsa olağan bir yaklaşım olarak görülebilir. Yani benzer olaylarda bugüne kadar hep bir numaralı sorumlu siyasi iktidar olarak belirlenmişse ve ülkedeki siyaset kültürü bunu gerektiriyorsa mesele yok. Ama bizde bu anlamda bir siyaset kültürü olmadığına göre ortadaki tablo üzerinde düşünülmesi gerekir.
AK Partililere sorarsanız, siyaset dünyasının ve toplumun belli bir kesiminde partilerine ve Başbakan’a karşı hiç dinmeyen bir düşmanlık ve marazi bir nefret var öteden beri. Bunlar seçimler yoluyla iktidarı değiştiremeyeceklerini artık iyice anladıkları için özellikle son zamanlarda toplumsal karışıklık çıkararak idareyi felç etmek için önlerine çıkan her fırsatı denemeye çalışıyorlar.
Bu izahın büyük ölçüde doğruluk taşıdığına kuşku yok. Ama ellerindeki o koca çuvaldızı karşıtlarına batırırlarken hiç değilse küçük bir iğneyi de kendilerine batırmalarında fayda var. Yüzlerce insanın canını kaybettiği bir maden kazasının hemen ardından “o işletmede neler oldu, kim ne yaptı da bu acı ve korkunç olay meydana geldi acaba” diye düşünme gereğini bile duymadan en azından bazı gözler doğrudan hükümete çevriliyorsa ve bu yaklaşım kamuoyunun ciddi bir bölümünde yankı buluyorsa hükümetin de “galiba bir yerde bir yanlış var” diyerek sağına soluna bir göz atmasında fayda olabilir.
Açıkçası Soma faciasının sonrasındaki süreçte hükümetin kriz yönetimi konusunda çok başarılı bir sınav verdiğini söylemek kolay değil. Hükümetin aslında birinci dereceden sorumlusu olmadığı bir konuda Türk ve dünya kamuoyunda birinci dereceden sorumlu haline gelmesi sadece karşıtlarının kötü niyetiyle açıklanamaz.
Başbakan’ın Soma’da yaptığı basın toplantısında sorulan bazı sorulara kurmaylarınca fazla ince düşünülmeden hazırlanmış olduğu görülen ve günün atmosferine hiç uygun olmayan argümanlarla cevap vermesine yönelik tepkilerin bütününü kötü niyetle açıklayamazsınız mesela.
Konuyla birinci derecede ilgili ve sorumlu olan Çalışma Bakanı’nın, her ne sebeple olursa olsun, ilk üç gün boyunca Soma’ya ayak basmamış olmasına yönelik eleştirileri kötü niyetli karşıtlarınız dile getiriyor olsa bile eleştiriye konu olan durumu kötü niyetli karşıtlarınızın üretmiş olmadığını kabul etmek gerekir.
Benim şahsen beyefendi kişiliğiyle tanıdığım ve entelektüel kimliğini bildiğim Başbakan danışmanı Yusuf Yerkel’in maalesef facianın yaşandığı yerde -velev ki yüzde yüz haklı dahi olsa- bir vatandaşa karşı şiddet uyguladığına dair görüntüsü hem bütün Türkiye’de hem de dünyada doğrudan hükümetin aleyhinde ciddi bir “eksi puan” demektir. Bunu görüp gereğini yapmak dururken o fotoğrafa yer veren dünya medyasının tutumunda komplo teorisi aramak akıllıca değil.
Şu da var: Yerkel ortaya çıkan durumun savunulabilir tarafı olmadığını bilen akıllı bir insan olarak bu olaydan dolayı kamuoyundan özür dilediği halde -ki ne yazık ki özür dilemek ortaya çıkan tablodaki çatlağı onarmaya yetmez- kraldan fazla kralcılık yapıp “Yusuf’un eline ayağına sağlık” diyerek yangına körükle gitmek de fayda değil zarar getirecek bir tutum.
Özellikle cumhurbaşkanlığı seçimi sath-ı mailinde atılacak bütün adımlara ekstra özen göstermek gerekirken iktidar cephesindeki kimi aktörlerin bazı hassas konularda stratejik olmayan tavırlar göstermeleri makul değil.