Fikir adamı, edebiyatçı, köşe yazarı, dil bilimci, çevirmen Yaşar Kaplan beyefendi, gurbet ellerdeydi epey bir zamandır... Ahirete geçtiğinin haberini alınca, zihnimde Yaşar Kaplan'a ait tüm hatıralar bir fırtına gibi esmeye başladı. 80'lerin son demlerinden başlayıp, 90'ların tamamı ve 28 Şubat günleri de dahil, sıkıyönetimin her rengiyle örselenmiş birkaç kuşak gençliğin okuduğu, aydınlandığı bir isimdi. Allah rahmet eylesin.
Hareket ve dava adamıydı, dergiler çıkartırdı, biz Hukuk Fakültesi'ndeyken, başlığa çektiğim "Bu Meydan'daki makalelerini sabırsızlıkla beklerdik. Sert ve tavizsiz bir imajı vardı ilk tanıdığınızda, yakınlaştıkça, samimi, çözümcü, tecrübeleriyle kendisinden genç olanlara her daim ışık tutan yapısını fark ederdiniz. Kederliydi. Düşünce suçlusu olarak yıllarca hapis yatmış bir adamdı. Nitekim gurbete çıkışı da 28 Şubat günlerinden kalma, kesinleşmiş bir fikir suçu dolayısıylaydı... Düşündüğü için cezalandırılmış bir adamdı.
Onu "Sıfır Üç Depremleri' ile makale yazarı olmanın ötesinde edebiyatçı yönüyle tanıdığımızda da çok etkilenmiştik. Bilinç akışı yöntemiyle yazılmış bir roman olarak, arka planda tematik dönem edebiyatı işleyen bu kitap, 80'lerin sonlarında, iç depremler yaşayan biz gençliğe ışık tutan bir eserdi. Kitabın başkahramanı Kurban ile özdeşleştirirdik çoğumuz kendimizi... Hatırlıyorum, o vakitler Teklif Dergisi'ni çıkartıyorduk, TBMM Başkanımız Mustafa Şentop beyefendi derginin yöneticisiydi, "Sıfır Üç Depremleri'yle çıka gelmişti bir gün. Okuduktan sonra günlerce tesirinden kurtulamamıştım, ardından kız arkadaşlarımızla okuduğumuz kitabı günlerce kritik etmiştik... Yaşar Kaplan ruhumuzda esen fırtınaları, doğru yöne kanalize etmeyi de hedefleyen bir yazardı, çünkü o düşünmenin bedeli ağır ödeyenlerdendi...
1999'da, Yani 28 Şubat postmodern darbesi tüm şiddetiyle sürmekteyken, Vakit Gazetesi yazarı Yaşar Kaplan bir gün aniden ortadan kayboldu. Eşi yazar Canan Ceylan hanım ve gazete yönetimi Yaşar ağabeyi, hastanelerde, karakollarda arayıp sordular, ondan bir tek haber dahi yoktu. Bir gün Canan Abla ağlayarak telefon açtı; "Sibel'ciğim, Yaşar beyi buluncaya kadar, köşesini açık bırakalım, seninle birlikte nöbetleşe yazalım dönünceye kadar...' dedi. Başladık yazı nöbeti tutmaya... 10 gün sonra Yaşar Kaplan, saçları, bıyık ve sakalı usturalanmış, sıfıra vurulmuş, beti benzi soluk, perişan bir halde, Selimiye Askeri Kışlası'ndaki Cezaevi'nden çıkabilmişti. Eskiden böyle olurdu; kolunuzdan tutarlar, götürürler, günlerce haber çıkmazdı... Genel karakolların, savcılıkların dahi, Askeri Mahkemeler ve Askeri Cezaevlerinden haberi olamazdı. Yaşar Kaplan ağabeyin Askeri Kışla'da maruz kaldığı ağır durumlar, yüzünün her zerresinden okunuyordu... 28 Şubat'ın en zor günlerinde Vakit Gazetesi'nde topluma kalkan olma şerefini yüklenmiş bir yazardı.
İslamcı düşüncenin, özeleştirel bakış gücü, sağlam irade sahibi olmayı önceleyen ve çoğu kez yalnız kalmak gibi bir sosyal bedeli olan uyanış çağrısı ve her daim uyanık kalma rikkati, Kaplan'ın hayatının özüydü. Namık Kemal'den, Said Halim Paşa'dan, Mehmet Akif'ten günümüze gelen İslamcı çizgide; Batı'ya mesafeli ve fakat toplumsal gelişimi, refah paylaşımını öncelediği ölçüde modern, adaleti sağlamayı önemseyen, bağımsızlıkçı, dinine hürmetkâr ve dinini yaşayan, tevhid bilinciyle ümmet sorumluluğunu taşıyan bakış açısının taşıyıcı kolonlarındandı... "Kardeşlik' bilincini, bizim neslin damarlarına zerk etmiş bir iki yazardan birisidir... Her hangi bir cemaate, gruba, siyasi partiye, vakıf ya da derneğe bağlı olmadan, "Müslümanlar ancak kardeştir' fikriyatına bağlı, tüm dünya mazlumlarına, mustazaflarına dair kardeşlik düşüncesi, sözü ve eylemi olabilecek bir gençlik portresiydi onun yetiştirmek istediği... O günlerimizde kardeşlik çok önemliydi. Kardeşimiz açken tok yatamazdık, hepimiz birbirimizi yoklardık, sanırım bu yüzden Allah Teâla bize güç verirdi, yani sayımızı azdı, paramız yoktu, ama gücümüz ve sözümüz vardı...
Yaşar Kaplan beyin, editörlüğünü yaptığı bir Siyer Serisi projesinde, "hanım sahabeleri kadın yazarlar yazsın'' fikri de ona aitti. Telefonda benden Hz. Fatıma ile ilgili bir kitap çalışmasına girmemi istiyordu. Çok heyecanlandım, lakin yük ağırdı... "Efendim' demiştim, "bendeniz ilahiyatçı değilim, nasıl yazarım Fatıma validemizi?' Bunun üzerine sert bir sesle; "Hz. Fatıma hakkında bir kitap yazmanız için ilahiyatçı olmanız şart değildir ve fakat Müslüman olmanız sanırım kâfidir.' demişti... Onun bu inançlı ve tok sesiyle Hz. Fatıma çalışmaya başlamıştım... Her zaman teşvik edici, cesaretlendirici ve yapıcı bir Üstad idi...
Gurbete düşmesi de çok hüzünlüydü. Malcolm X'in hayatını Türkçeye çeviren kalemini, o gurbetteyken bir kere daha tanıdı ve sevdi okurları... Tam anlamıyla bir fikir işçisiydi, ama kederli, mahzun ve bileklerinden bin bir prangayla didindi durdu hayatı boyunca...
Allah'tan rahmet mağfiret dileriz Üstadımıza, ahireti dünyasından güzel olsun...