Siyasetin itibarına düşkünlüğümüz varsa ve siyasetçi kendisine güven duyulmasını istiyorsa öncelikle doğruluk konusunda bir sorunu olmamalı. Toplum, siyasetçinin kullandığı cümlelerin, verdiği bilgilerin ve yaptığı kıyaslamaların dürüst ve çarpıtılmamış olduğunu bilmeli.
Bilgilerin siyaset yapmak adına çarpıtılması demokratik rekabete yaraşan bir durum değildir. Aksine, daha kaynağından yalanla başlayan bilgiler üzerine siyasal hüküm üretmek etik sorunlar bir yana demokratik sistemin hastalığından başka bir şey değildir.
Örnek?
Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) konusu gibi...
Siyaset kılıfı geçirilmiş bir yalan ısıtılıp ısıtılıp gündeme geliyor; ilgi görmeyince unutuluyor. Sonra yeniden servis ediliyor. Bizzat, Başbakan Erdoğan’ın daha projenin konuşulduğu ilk haftalarda ortaya çıkıp, “BOP bitmiştir” diyerek noktaladığı bir süreçten söz ediyoruz.
Süreç bitti, proje doğmadan öldü. Dünyada BOP’tan bahseden tek kişi kalmadı hatta Türkiye’de insanlar neden bahsedildiğinin farkında bile değil. Ama, muhalefet de dahil bazıları hala bu konudan ekmek yemeyi umuyor!..
İşin aslı şudur...
Türkiye, öteden beri Ortadoğu’nun demokratikleşmesi, insan haklarının gelişmesi, kadınların toplumda daha fazla rol alması, çocuk haklarının tanınması gibi konularda hassasiyet sahibidir. Bugün de aynı görüşleri savunmakta ve aynı çerçevede bölge ülkelerine kendi tecrübesini aktarmaktadır. Doğrusu da budur ve bunun BOP’la ilgisi yoktur. Ortadoğu’nun silahla, kanla, müdahaleyle değil, toplumsal ve demokratik yollarla değişmesi en doğru yoldur.
Bugün ortada BOP yok; zaten başlamadan da bitmiştir. Sanıldığı ve iddia edildiği gibi ABD de baş aktör değildi. Başlangıçta Türkiye, İtalya ve Yemen’in birlikte yürütmeyi düşündüğü ama yürümeyen; yürümeyeceği anlaşıldığı anda da Erdoğan tarafından noktalanan bir fikirdi. “Büyük Ortadoğu Projesi başlamadan bitti” sözü Erdoğan tarafından defalarca tekrarlandı. Zaten ortada ne Yemen ne de İtalya yönetimi kaldı.
Dünyada ve bölgede sayısız fikir vardır ki konuşulur, çalışılır hatta kurumları oluşturulur ama yürümez. Türkiye de bırakın BOP gibi fikir aşamasında kalan girişimleri, kurumları oluşmuş birçok projeye son aşamada çıkarlarına uymadığı için katılmaktan vazgeçmiştir. Başka devletler de...
Böyle olmasına rağmen; dünyada kimsenin bahsetmediği hatta projeye adını veren Ortadoğu’da bile kimsenin anmadığı bir fikrin Türk siyasetinde ara ara gündeme gelmesi ancak eski tarz siyaset yapma alışkanlığıyla izah edilebilir. Cılız bir ulusalcılık ve umutsuz bir ABD işbirliği yaftalaması girişimi, o kadar.
Türkiye’yi “eski”si gibi zannedenlerin, ABD olmazsa bölgede hiçbir adım atamayacağımıza iman edenlerin bakışı buraya sıkışıp kalmış görünüyor. Oysa Türkiye, inanmadığı ve kendi prensipleriyle bağdaştırmadığı hiçbir fikri değil uygulamak, kendisine rağmen uygulanmasına sessiz kalmamak gibi bir noktadır.
Kampanyalar sadece BOP’la değil... Son zamanlarda 2007 öncesini andıran başka yalan kampanyaları da filizleniyor. Mesela, Başbakan’la işadamı Remzi Gür arasında geçtiği iddia edilen ve şimdi yargıda olan telefon konuşması gibi.
Böyle bir konuşma içeriği de gerçekte olmadı. Olmadı ama olmaması bu yalan üzerinden kampanya yapılmasını engellemiyor. İddianın yalan olması bir şeyi değiştirmiyor, fırsat bulundukça servis yapılabiliyor.
Tıpkı, Oslo görüşmelerinde Türkiye’yi bağlayacak 9 maddelik bir metnin imzalandığı iddiası gibi. Yine herkes biliyor ki bu da bariz ve tartışmasız bir yalandır. Buna rağmen bir yerlerden yayılıyor olması da malum kampanyanın marifetidir. Bir yalanı allayıp pullamak, dehşet kelimeleriyle süslemek iştah açıcıdır ama bunların hepsine tek kelimeyle “yalan” demek bazılarına doyurucu gelmeyebilir. Ama yalana yalandan başka ne denilebilir ki!
Bunlar, bildik Ergenekonvari propaganda yöntemlerinden ibarettir. Gerçeğin ne olduğuna bakılmaksızın, sahte bir atmosfer oluşturma çabalarıdır.
Sonu ne oluyor derseniz, söyleyelim...
Yalan kampanyalarının üzerinden 3-4 seçim geçti, ne olduğu ortada...