Bir tiran ile, yani iktidarı zorla ele geçiren zalim bir diktatör ile, iki şairin hikayesi bu.
Fakir iki şair, şiirlerine değer veren tiranın önemli miktardaki para yardımını kabule çağrılırlar. Birinci şair, “paraların üzerindeki kan lekelerinden ürker” ve çağrıyı reddeder. Saraya girmez. İkinci şair ise farklı bir yol izler ve saraya girer.
Sonuç ürkütücüdür. “Eleştirel Teori”nin en önemli isimlerinden Max Horkheimer, masalı şöyle bitirir:
“Her ikisi de kendi akıbetlerini beklediler ve gördüler. Her ikisinin de akıbeti tirandan yana olmak oldu.”
Martin Jay böyle özetliyor “Diyalektik İmgelem”inde masalı.
***
Tutarlı olmaya çalışan herkesin bilmesi gereken bir masal bu.
Daha iyi bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyorsanız, hukuku, siyaseti, ekonomisi, egemenlik ilişkileri ve kültürüyle “statüko”ya itirazınız varsa, onun bir parçası olmak istemiyorsanız ne yapacaksınız?
Geçmişte bu kaygılarla bir inek alıp dağa çekilenler olmuştur. Ama kalarak muhalefet etmek istiyorsanız, aynı anda pek çok cephede savaşmanız gerekir.
Bir yandan “tirani”yi, yani “tiranlık düzeni”ni eleştireceksiniz, diğer yandan ona karşı mücadele edenlerin hatalarını.
Muhalefet edeceksiniz ama neye ve nasıl?
Siyasi muhalif olmanın anlamı nedir?
“Devlet”e muhalif olmak mı yoksa “Hükümet”e mi? Devlet ile hükümet ayrımının böylesine belirgin olduğu, devletin adeta toplumdan bağımsız bir varlık olduğu ve sivil hükümete sınır çizdiği bir ülkede doğru cevabı bulmak kolaydır.
Ama o hükümet, devletin ve onun bürokrasisinin itaatkar görünmesine bakarak kendisini devlet olarak görmeye başlamışsa, o kadar kolay değildir.
***
Siyasette muhalif olmayı hükümete muhalif olmaya indirgeyenler, çoğu kez statükoya hizmet etmekten kurtulamazlar. Tıpkı 12 Eylül Anayasa Referandumu’nda muhalif olma adına “hayır” oyu verenlerin yaptığı gibi.
Onlar, her durumda hükümeti haklı gören ve onu yanlış yaptığında bile destekleyenlerden bile daha kötü durumdadır. Ve ellerine silah alıp dağa çıksalar dahi muhalif olamazlar.
Ancak değerlerüzerinden tutum belirleyenler, devletlere ve hükümetlere bakışlarını böyle bir zemine dayandıranlar, pek çok insanın gözünde muhalif bilinme ayrıcalığını yitirme pahasınadoğru yerde durmayı göze alanlar, gerçek muhalif olabilir.
Hem de siyasi muhalif olmanın çok ötesinde muhalif. Tıpkı, hükümete yönelik bütün eleştirilerine karşın, 12 Eylül Anayasa Referandumu’nda “evet” oyu verenler gibi.
***
Özetle, Bekir Coşkun veya Yılmaz Özdil okuyarak muhalif olamazsınız; bu düzeni en eski, en eşitliksiz ve en kaba haliyle savunmayı öğrenirsiniz ancak onlardan.
Aynı şekilde, derin devlete karşı görünüp, sıra hukukun onlarla hesaplaşmasına geldiğinde, “ama onlar vatansever subaylar” diyen “radikal” gazetecileri okuyarak da muhalif olamazsınız; bu düzeni en yeni, en kurnazca ve en sofistike haliyle savunmanın dilini öğrenirsiniz ancak onlardan.
“Tirani”ye karşı adalet isteyen kitlelerin iktidara getirdiği hükümeti yıpratmamak adına hatalarına gözünüz kapatırsanız da tutarlı olamazsınız. Şike’den Uludere’ye veya son olarak resmi bayram kutlamalarındaki düzenlemeye kadar ona yanlışlarını söylemezseniz, bundan yine tirani kazançlı çıkar.
Mesele onu sert veya yumuşak eleştirmek de değil. Son dönemde demokratlar arasındaki tartışmalarla ilgili söyleyecek olursak, mesele onu doğru yerden eleştirmek. Ancak böyle yaptığınızda sözünüz değerli olmaya devam eder ve eleştiriniz çok sert ve acıtıcı olsa bile yerini bulur.
***
Daha iyi ve insani bir dünya adına, siyasi olanı da içeren “statüko”yamuhalefet etmek mi istiyorsunuz?
Tutarlı olmanın tek bir şekli olmadığını öğütlüyor masal bize. Nerede durursanız durun, nasıl durduğunuzun önemli olduğunu anlatmak istiyor.
Ve uyarıyor masalın yazarı:
“Genel geçer ölçülere göre oluşturulan tutarlılık tek bir sonuca varıyor: yoksul şairlerden değil, tirandan yana işliyor.”