Bugün Brezilya’dan başlayalım... Dilma Rousseff... Brezilya’nın ilk kadın Cumhurbaşkanı; koltuğu sol İşçi Partisi lideri Lula’dan devraldı. Lula Hükümetleri’nde enerji bakanlığı yaptı, Brezilya’nın askeri faşizmden çıkış ve demokratikleşme sürecinde yaşadıklarından dolayı da, katkısı büyük olan ve olmaya devam eden bir politikacı Rousseff. Rousseff hükümeti, ekonomide bir müddet Lula’nın bıraktığı miras üzerinden yürüdü. Ancak burada yolun sonuna gelindiği de aşikardı. Çünkü Brezilya, Lula döneminde olduğu gibi, gelişmekte olan ekonomiler içinde artık yatırım yapılabilir ‘yegane ülke’ olma özelliğini yitiriyordu. İçlerinde Türkiye’nin de bulunduğu birçok ekonomi, istihdam yaratıcı sermaye çekme açısından Brezilya’ya yetişmeye başlamıştı. Öte yandan Rousseff, özelleştirme ve yeni enerji yatırımları da içeren yabancı sermayeyi daha fazla ülkeye çekmek için yeni bir ekonomi programı geliştirdi. Bu adım, önümüzdeki 5 yıl içinde, 50 milyar dolarlık yeni yatırım hedefliyordu. Ulaşım altyapısının özelleştirilerek yenilenmesi, yeni limanlar ve enerjide çeşitliliğe giderek, yabancı sermaye ile birlikte bütün altyapıyı yenilemeyi amaçlıyordu hükümet.
Rousseff, bu strateji için önde gelen sermaye gruplarının temsilcileri ile toplantılar yaptı ama Brezilya sermayesi, tıpkı bizdeki gibi, dışarıdan daha güçlü Doğrudan Yabancı Yatırım çekecek bu önlemlere kuşku ile bakıyordu. Hükümet burada bir uzlaşma sağlayamadı. Brezilya’nın önde gelen ‘zenginleri’ dışarıya sermaye transfer etmeye başlamıştı bile. Buna karşı Brezilya, faizleri yukarı çekmek zorunda kaldı ama bu da pek çare olmadı. Hükümet son olarak yabancı girişlerinden aldığı finansal işlem vergisini kaldırdı.
‘Kışla’ istemiyoruz, stad istemiyoruz!
Bu adımdan hemen sonra Brezilya’da 2014 Dünya Kupası ile ilgili yapılan yatırımların maliyetine karşı çıkan gösteriler başladı. Ulaşım zammı tabii ki bu işin tuzu biberiydi. Tam bu günlerde Türkiye’de olanları da biliyorsunuz, çok benzer ama şunu da söyleyelim, bu benzerlik tabii ki olabilir; özellikle otoriter rejimlerden hızlı çıkan toplumlarda, daha hızlı özgürlük isteği, genç nüfusun ekonomideki hızlı kabuk değişimine bağlı olarak sürekli arayışı ve düş kırıklığı, genç işsizlik, kırın değişmesi, teknolojinin her yere inmesi ve yoğun şehirleşme... Bütün bunlar Türkiye, Brezilya gibi yıllardır yoksullukta ve askeri-baskıcı rejimlerde ortaklaşmış ülkelerin ortak paydaları. Ama bütün bu gerilimi hesap etmek ve zamanı gelince bunun üzerine oynamak çok zor bir şey olması gerek.
Bu ülkelerin, tam da şimdi, yani Merkez Avrupa’nın hızla geriye gittiği ve gideceği bir dönemde, enerjiden başlayarak sanayi ötesi bir gelişmişliği yakalama iradesi göstermeleleri inanın şu sıralar Londra, Berlin ve Washington’da en yoğun tartışılan gelişme. Tam burada şu soruyu soralım;
Fed, neden Chicago Fed Başkanı Charles Evans’ın ortaya attığı Evans Kuralı tam anlamıyla gerçekleşmeden parasal genişlemeyi tartıştırmaya başladı ve hatta sonlandırma yoluna girdi?
Fed neden yarı yoldan döndü?
Biliyorsunuz, burada enflasyon oranı yüzde 2.5’i aşmadığı sürece işsizlik hedefi doğal işsizlik oranı olarak tespit edilen yüzde 6.5’e varana değin Fed, önceden belirlediği genişleme politikalarına devam edecekti. Ancak Fed Başkanı Bernanke, mayıs ayının 22’sinde “Veriler iyi gelirse tahvil alımlarını azaltabiliriz” dedi ve Fed’in ‘U’ dönüşü başladı. Verilerin iyi gelmeye başlayacağını Bernanke biliyordu ama sorun iyi ya da kötü veri değildi... (Bizde sorun ağaçlar, Brezilya’da yapılan stadlar olmadığı gibi)
ABD şunu gördü, başta Çin olmak üzere, gelişmekte olan Asya ülkelerinin büyümeleri düşüyor ancak bu düşüş, aynı zamanda, onların ekonomi politikalarında temel değişikliğe de denk geliyor. Yani Çin artık yalnız düşük ücretli istihdam stratejisine dayanan bir büyüme izlemeyecek. Çin’in bu stratejiden vazgeçmesi daha az dış ticaret fazlası vermesi anlamına da gelecek. Böylece Çin gibi ülkeler hem daha az dolar hem de daha az ABD kağıdı stoklamış olacak. Bu, ABD için çok ciddi bir finansman sorununu da beraberinde getiriyor. Ancak bununla birlikte Fed’in bu ‘erken’ dönüş için çok daha kapsamlı ve önemli iki temel nedeni daha var. Bunlardan birincisi AB’nin özellikle Merkez Avrupa’nın giderek kötüye giden durumu.
Bir ‘duran adam’ Avrupa
Özellikle Fransa çok ciddi ve çok uzun sürebilecek bir resesyon tehlikesi ile karşı karşıya. Almanya’nın ihracatında çok ciddi düşüşler var ama bunlardan daha da önemlisi Britanya’nın durumu. Britanya, özellikle Ortadoğu ve Hazar bölgesinde, ABD ve Türkiye’nin doğrudan anlaşması sonucu enerji alanından başlamak üzere kontrolünü kaybediyor.
Tabii Britanya’da sanayinin seksenli yıllardan başlamak üzere, doğuya kaymasıyla birlikte teknolojinin öne çıkarak buradaki üretim açığını kapatacağı sanılmıştı. Bu olmadı; çünkü gelişmekte olan Asya, teknojiyi hem Merkez Avrupa’dan hem de Britanya’dan hızlı geliştirerek burada öne geçti ve Avrupa’yı atlayarak doğrudan ABD ile rekabete başladı.
İkincisi ise doğuya, batıda faizlerin ve kârlı reel yatırım yoğunluğunun giderek düşmesi sonucu emek yoğun alanlar dışında ileri teknoloji ve Ar-Ge alanlarına yatırım gelmeye başladı. Hatta bu yatırımlar, emek yoğun alanlarındaki yatırımların hızla önüne geçiyor ve bundan on yıl önce olduğu gibi, yalnız gelişmekte olan Asya’ya gitmiyordu. Örneğin Fransa ve Britanya yerine Türkiye burada öne çıkmaya başlayacaktı.
İşte Fed’in bu erken geri dönüşü, başta Türkiye olmak üzere, gelişmekte olan ülkelere, artık Doğrudan Yabancı Yatırımlar olarak da gitmeye başlayan sermayeyi tekrar Britanya ve Fransa’dan başlamak üzere batıya yönlendirmek içindir. ABD hiç bir zaman, kendi kaynağı olan Avrupa ve Britanya’yı gözden çıkartamaz. Bu, Obama’nın bile karşı koyamayacağı tarihsel gerçektir.
Biliyorsunuz ABD, 2. Dünya Savaşı sonrasında da Avrupa’yı yeniden inşa etmişti. Şimdi, aynı şeyi, bir başka biçimde yapıyor.