67 ayrı cezaevinde 680’in üzerinde mahkum veya tutuklu açlık grevi yapıyor. Kamuoyu meseleden otuzuncu güne kadar pek haberdar olmadı ama eylemcilerin bazıları 53. güne de ulaşmış bulunuyor.
Bu, hiç şüphesiz insani açıdan üzüntü verici bir durumdur.
Dolayısıyla, eylemlere hiçbir surette kayıtsız kalınamaz. Eylem talimatının devletle çatışma halinde olan bir örgütten gelmesine rağmen; yani örgüt zaten daha ileri eylemlerle devlete başkaldırmış olmasına rağmen açlık grevi tablosu Türkiye gibi bir demokrasi için kabul edilebilir değildir.
Gerekçesi ve sebebi ne olursa olsun açlık grevleri insani açıdan kaygı vericidir.
“Gerekçesi ve sebebi ne olursa olsun...” Zira, cezaevindeki eylemciler, kendi cezaevi şartlarının iyileştirilmesi için açlık grevi yapmıyor. Eylemin sebebi kendi haklarındaki kesinleşmiş bir mahkeme kararına itiraz da değildir.
Kısacası, gerekçeleri açlık grevi eylemini gerektirmiyor.
Abdullah Öcalan’la avukat görüşmelerinin başlatılmasını istiyorlar. Ana dilde savunma hakkı talep ediyorlar. Ve ana dilde eğitim hakkı istiyorlar...
680 mahkuma bu konularda sonuç alınıncaya kadar eylem talimatı verildi. Yeni bir “çözüm” metoduyla karşı karşıya mıyız acaba? On yıllardır bazen şiddetle, bazen müzakereyle halledilemeyen meseleler açlık greviyle aşılabilir mi?
Herkes biliyor ki PKK da böyle sonuç alınamayacağını biliyor. Açlık grevleri, bir süredir içeride ve dışarıda Türkiye’ye karşı “uluslararası bir akıl” ortaklığıyla sürdürülen politikanın bir parçasıdır. Ne zaman çözüm ve müzakere için masa kurulacak olsa veyahut son günlerde olduğu gibi masanın kurulma ihtimali olsa sabotaja müracaat edildiği sır değildir.
PKK’nın maksadı ne olursa olsun cezaevlerindeki insanların durumu değişmiyor. Orada bir insani sorun giderek büyüyor.
Peki ne yapmak lazım?
Hükümete sabahlara kadar bağırıp çağırabiliriz. Örgütü ve mahkumları kritik etmeden sadece Ankara’ya eylemleri durdurması için baskı yapabiliriz. Ki, yapılıyor...
Yani şunu demiş oluyoruz veya oluruz:
Ana dilde eğitime, ana dilde savunmaya ve Öcalan’la görüşmeye izin verin!
Elbette bu talepler tartışılabilir ve konuşulabilir. Konuşmak bir yana hepsi zaten gündemde. Üstelik olumlu adımlarla...
Ana dilde eğitim en tartışmalı konu ama en azından bu yolun başlangıcı sayılabilecek “seçmeli Kürtçe ders”hakkı verilmiş durumda.
Ana dilde savunmaya izin verileceği açıklandı ve çalışma bitmek üzere.
Öcalan’la en azından ailesi görüşebiliyor ve kardeşi Mehmet Öcalan da İmralı’ya gitti, görüştü.
Üç konuda da taleplerle gerçekleşmeler arasındaki mesafenin bir ölçüde kapandığı söylenebilir. Durum, açlık grevini gerektirecek noktanın gerisindedir. Hal böyleyken eylemin devam etmesi eylem gerekçeleriyle izah edilemez.
Ama devam ettiğine göre ve devam eden de insani bir problem olduğuna göre, mutlaka çözüm bulunmalıdır.
Peki neden çözümün tek adresinin hükümet olduğuna kilitlenmiş durumdayız? Her fırsatta kendisine değer verilmesini isteyen, muhatap alınmayı talep eden BDP de var. Devlette birçok kişinin nasıl iyi niyetle sorunları halletmeye çalıştığını ve zaman zaman da hallettiğini en iyi onlar biliyor.
Peki, BDP nerede?
Madem o insanların partisi olduğunu iddia ediyorlar ve madem ölüm ihtimalinden dolayı kaygılılar o zaman kimseyi beklemeden durdursunlar bu eylemi. Arabulucular da bir sürpriz yaparak önce bu partinin kapısını çalsınlar. Bu ülkenin bir sorununu da BDP çözsün, olmaz mı?
Taleplerin yarısı zaten gerçekleşmiş. O halde, Kürt siyasetçilerine düşen eylemlerin bitmesi için inisiyatif almaktır. Yatıştırmaktır, çözmektir.
“İnsanlar, Öcalan İmralı’dan gelsin diye eylem yapıyor” diyerek, ölümcül tonda çağrılar yapmak değildir.