Sisi darbesinden 15 gün önce Kahire’deydim. Darbenin ayak sesleri resmen işitiliyordu. Mursi karşıtı bir imza kampanyası başlatılmıştı, darbeye sivil destek temin etmek için böyle bir yol izleniyordu. Mısır’da demokratik bir iktidar, hele de Müslüman Kardeşler’in söz sahibi olduğu bir yönetim en başta Suudi Arabistan’ın tahammül edemeyeceği bir şeydi. İsrail’in güvenliği üzerine bina edilmeye çalışılan Ortadoğu politikasının mimarları için de İhvan, Hamas’ı destekleyen İslamcı bir iktidardı. İslamcı kadroların demokratik süreçlerle yönetime gelmesi Ortadoğu söz konusu olduğunda Batı'nın en istemediği şeydir. İslamcı yönetimleri başa getirdiği anlaşılınca zaten bahar kışa çevirdi. Mısır’daki darbe yüzlerce vatandaşın sabah namazında kurşuna dizilmesiyle gerçekleştirildi. Kahire ve İskenderiye'deki protestolarda 900 sivil katledildi. Akabinde binlerce kişi sorgusuz, yargısız hapishanelerde türlü işkencelere maruz bırakıldı. Onlarca üniversite öğrencisi arkalarında eşlerinin, çocuklarının, anne babalarının çaresiz çırpınışları arasında idam edildi. Mısır’ın seçilmiş ilk Cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi duruşma sırasında kalp krizi geçirdi ve müdahale edilmediği için öldü, daha doğrusu öldürüldü.
Bu arada diktatör Sisi İsrail'in güvenliği ve Doğu Akdeniz'deki rant paylaşımı konusunda üstün hizmetlerinden dolayı kendisini destekleyenlerce yere göğe konulamıyor.
***
Mısır hapishanelerinde hala binlerce kadın, erkek akıbetleri meçhul bir halde tutuluyor. Devrimden sonra yapılan ilk seçimlerde halkın çoğunluğunun desteğini elde ederek birinci gelen Müslüman Kardeşler'in adayı Mursi, Suudi Arabistan'ın desteklediği selefi partiler tarafından anayasayı şeriat hükümlerine göre düzenlememekle suçlanırken Batı'nın desteklediği sol liberal aktörlerce de tam tersi saiklerle, kadın haklarını öncelemiyor, demokratik bir anayasa yapmıyor diye eleştiriyordu. Bunlar İhvan'a karşı yapılan kanlı darbede yan yana gelebildi. Çünkü asıl gerekçe ne birininki ne ötekininkiydi.
Müslüman Kardeşler tıpkı Tunus, Yemen, Libya, Suriye gibi Arap devrimlerinin baş gösterdiği her örnekte olduğu gibi Körfez monarşilerinin korkulu rüyası haline gelmişti. Dalganın Körfeze vurması an meselesiydi. Nitekim baş gösterdiği hemen her örnekte iç savaş ve darbe arasında değişen bir skaladaki müdahalelerle devrim boğuldu. Bir tek Tunus'ta kısmen ayakta kalabildi. Onun için de, gidip sorsanız Tunuslulara, size "mahzun kaldı devrimimiz, çalındı devrimimiz" derler. Aman darbe olmasın, kan dökülmesin, ülkenin yetişmiş insan kaynağı yeniden hapishanelere tıkılmasın diye büyük ortağın 'müesses nizam'ın temsilcilerine bırakıldığı kendine has bir model geliştirdi çünkü.
***
Tunus'ta, Nahda'nın devrimi eski rejim kalıntılarıyla paylaşmasına sebep, Mısır'daki kanlı darbe ve akabinde yaşanan tutuklamalardı. Bugün hala binlerce kişi Mısır hapishanelerinde işkence ve ağır koşullar altında tutuluyor. Çoğunluğu eğitimli bu insanların. Hukukçu, mühendis, sanatçı, gazeteci, doktor, öğretmen, bilim insanlarından oluşan bu kişilerden ancak sözde yargılamalar sonucu verilen idam kararları ve infazlarında haberdar oluyoruz. İşkence altında öldürülenler için düzenlenen hastalık raporlarıyla bir de.
***
Dün 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü'ydü. Hapishanedeki tutuklulara dünyanı dört bir yanında mektuplar gönderildi. Onlarla ilgili sadece öldüklerinden haberdar olmak istemiyorsak bir selam dahi olsa gönderelim.
Umulur ki bu selam bir gün salaha vesile olur.