Eğitim meseleleriyle ilgilenmek her geçen gün daha keyifli hale geliyor zira bu alanda çalışmalar, yayınlar sürekli artıyor, meseleye bakışlar çeşitleniyor.
Ancak, meselenin can sıkıcı yanı bu çalışmaların çok büyük ölçüde bizim ülkemize yansımaması; haklarını yemeyelim, bu konuya emek veren çok az sayıda birim yok değil ama küresel eğitim trendlerinin çok büyük bölümü bizim eğitim süreçlerimize yansımıyor.
Meselenin bir ayağında Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) var, öbür ayağında ise eğitim fakülteleri; bu iki müessese küresel gelişmelerin belirli nedenlerden çok gerisinde kalıyorlar.
MEB’i çevreleyen hukuksal süreçler, bir ölçüde de Bakanlıkta egemen yerleşik ideoloji, başta Tevhid-i Tedrisat kanunu, Anayasa, yasalar Bakanlığın küresel gelişmelere ayak uydurmasını engelliyor; örneğin, bütün dünya, liselerde yönetim özerkliği konusunu tartışırken, uygulamaya koyarken, lise yönetimleri müfredat konusunda bile özerk hale gelirken, bu ilkenin başarılı bir öğretim süreci için gerekli koşul olduğu kabul edilirken bizde bu konunun yanına bile yaklaşılamıyor.
Eğitim fakülteleri de eğitim meselelerini, etliyi sütlüye karıştırmadan, pedagojiye, ölçüm tekniklerine indirgiyorlar ve böylece de çok büyük bir hata yaparak Türkiye’nin eğitimde küresel trendleri ıskalamasında büyük pay sahibi oluyorlar.
MEB’in yasal gerekçeleri bahane ederek statükoyu savunmasının, eğitim fakültelerinin zaten ezelden beri aynı statükonun sözcüleri olmasının sonuçları da küresel mukayeseli çalışmalarda kendini ortaya koyuyorlar.
Elimizde “The Economist Intelligence Unit”in hazırladığı, Pearson Education’ın yayınladığı “Öğrenme Eğrisi 2012” (Learning Curve 2012 Raporu) başlıklı çok ilginç bir çalışma mevcut; merak ediyorum, bu Rapor acaba bizim Eğitim Fakültelerimizde (!) anında derslerde okutulup, öğrencilerin bakışlarının farklılaşması özendiriliyor mu?
Benim gözlemimi zaten eğitim fakültelerine egemen olan çağdışı anlayışın “farklılaşma” kavramına karşı oluşu; bu nedenden de bizim eğitim sistemimiz baş aşağı gidiyor.
Adı geçen çalışmanın kırkıncı sahifesinde kırk ülke, aralarında biz de varız, eğitim süreçlerinin çıktılarının bir ölçümü denemesi sıralamasında beş gruba ayrılmışlar; söz konusu beş grup eğitim çıktıları endeks denemesinin ortalamasından sapmalara göre oluşturulmuş ve, maalesef, tahmin etmek zor değil, bizim ülkemiz beşinci yani son grupta, başka bir ifade ile de ortalamanın altında en büyük sapmayı gösteren ülkeler arasında yer alıyor.
Endeks sıralamasında Finlandiya birinci, Güney Kore ikinci, Hong Kong üçüncü; son senelerde eğitim alanında önemli atılımlar yapan İngiltere (Birleşik Krallık) altıncı sırada.
Türkiye ise beşinci ve son grubun başında geliyor, sıralaması otuz dört; Türkiye’nin gerisinde Arjantin, Kolombiya, Tayland, Meksika, Brezilya, Endonezya geliyorlar.
Çalışmanın öne çıkardığı ve tartıştığı temel konulardan biri de eğitim çıktılarında başarı endeksinin ülkelerin kişi başına gelirlerinin artış oranları ile, gelir düzeyleri ile doğrudan ilintili olmaması.
Bu durum tüm ülkeler için, özellikle nispeten daha fakir ülkeler için ümit verici zira eğitimde bir kaderciliğe yönlendirmemiş oluyor.
Bu çalışmaları gördüğümüz zaman bizim yapmamız gereken ilk iş, sıralamadaki yerimizi beğenmeyip çalışmanın metodolojisini eleştirmek yerine konuyu anlamaya çalışmak olmalı.
Anlamak yani bürokratik tepkilerden arınmak bir işi iyi yapmanın ilk koşulu, bunu da unutmayalım.