ODTÜ bir zamanlar ‘Devrimin Karargahı’ydı. Taşralı devrimciler, Ankara’yı ziyaret ederken, soluğu ODTÜ’de alırlardı. Türkiye devrimine giden yol ODTÜ’den geçerdi. ODTÜ ortalıkta kol gezen, her gün can alan devlet faşizminden kaçanların saklandığı, himaye edildiği yerdi.
Devrimin karargahı ODTÜ’de şimdi faşizm kol geziyor.
O mücadeleler, o büyük fedakarlıklar ve umutlar, kırk yılda heba oldu gitti.
Sol ve Kemalizm arasındaki duvarlar zamanla bir bir yıkıldı. ‘Mustafa Kemal’in askerleri’ sola hakim oldu.
Teorik ve pratik olarak..
Türk halkı Kemalizm’in, askeri, ideolojik ve siyasi hegemonyasından kurtulmaya çalışırken, Türkiye’de pek de farkına varılamayan tuhaf bir şey daha oldu.
Kemalizm söz konusu yıllarda, kendisine en çok, kendi kurbanları arasında muhkem bir yer edindi.
‘Benden olmayan’ nefreti
Son zamanlarda en hararetli ‘ulusalsol’ savunucularının ve hayranlarının bu kurbanlar arasından çıkması, Kürt siyasetini yönetenlerin, bir yanda Hewler’de dünyadaki bütün Kürtleri bir araya getirecek Kürt Ulusal Konferansı toplamakla meşgulken, bir yandan da, Gezi’ye çıkamadık diye adeta karalar bağlaması, ortada bunca tecrübe varken, ‘ulusalcılar çözümden yana’ diye demeçler vermesi bu hayranlığın vardığı boyutları gösteriyor.
Ermeni gençleri izliyorum tartışma programlarında, Hrant’ı anma günlerinde, Hrant’ın gerçek katili olan Ergenekon’a tek laf edilmemesinin sebeplerini konuşmak akıllarına gelmiyor, ulusal solun-Ergenekon’la beraber gerçekleştirdiği eylemleri ise herkesten fazla ve hararetle savunuyorlar.
Kökleri Balkanlar’da, Makedonya’da olan ‘Beyaz Türklerin’ bugün hala İttihatçılığı ve Kemalizmi savunmaları anlaşılabilir bir şeydir, iktidarlarını on yıldır sandıktan çıkan sonuçlar sildi süpürdü çünkü. Hayıflanıyor, kızıyor, kendilerinden saymadıkları her şeyden ve herkesten derin bir nefret duyuyorlar.
Ama Ermeniler ve Kürtler ne kaybetti Allah aşkına, onlar niye kaybetmiş gibi davranıyorlar?
İttihatçı ve Kemalist ruh, bir milletin içinden sökülüp atılırken, aynı ruhun, Ermeniler ve Kürtler arasında, yani en büyük mağdurlar arasında gezinip durduğuna tanık olmak insana gerçekten hüzün veriyor!
Kemalizm bir yerde bitiyor, bir başka türde ve bir başka yerde kendine yeni yaşam alanları buluyor.
Naziler’den farkı ne?
ODTÜ’de türbanlı kızlara ellerinde yazılı pankartlarla saldıran kızcağızın kendisi de kim bilir belki bir kurbandır!
Ama kurban olduğunun bile farkında olmayan, kendi celladına tapan bir kurban!
Irkçılığı, nefreti ve faşizmi devrimcilik, ilericilik sanıyor.
ODTÜ ve başka kamusal alanlara elinden gelse insanların girmesini yasaklayacak.
Yasaklamaya gücü yetmezse, kendisi ve kendisi gibi olmayanları birbirinden ayıracak duvarlar inşa edecek!
İsrail’deki ırkçıların inşa edip durduğu duvarlar gibi!
Bu kızcağızın ortaya koyduğu davranışın, bir zamanlar bütün Avrupa’da Yahudi avına çıkan Naziler’in davranışından bir farkı yok.
Geçen yüzyılda benzeri görüntülere Amerikan toplumu içinde çokça rastlanırdı. Otobüslerde, okullarda, restoranlarda, ‘zenciler giremez’ tabelalarından geçilmiyordu.
Aynı şeye şimdi Türkiye’de tanık oluyoruz. Hem de bir üniversitede, bir bilim kurumunda.
Bir genç kız elinde bir pankart taşıyor ve başı örtülü bir başka genç kızı, kovmaya çalışıyor. Eğer benzer bir davranışı, türbanlı bir kızımız, başı açık, modern kıyafetler içindeki bir kızımıza gösterseydi acaba ne olurdu?
Dünyada ve Türkiye’de yer yerinden oynardı. Siz asıl o zaman görecektiniz dünya medyasına peş peşe verilecek ilanları!
Siz asıl o zaman görürdünüz, yabancı medyaya yazı yazmak için sıraya girecek köşe yazarlarını!
Suskun kalan kesimler
ODTÜ’deki ırkçılığa doğru dürüst bir tepki yok oysa.
Emine Erdoğan ve Hayrunnisa Gül’e hakaret eden, en aşağılık cümlelerle aşağılayan Cüneyt Arcayürek’in yazısına en ufak bir tepki göstermeyen kadın örgütleri, bu olayda da suskun kaldı.
Hesabı sorulacak filan deniliyor ya inanmak çok zor. Neyin hesabı sorulabildi ki şimdiye kadar? Hesap sorulacak, hesap vermeye razı bir merci, bir kurum yok ortada.
O pankartın üstünde yazan yazıyı, toplumun bir kesimi, kendi gerçeği ve nihai amacı olarak görüyor ve kabul ediyor.
Türkiye’de sayıları azımsanmayacak bir kesim, başı örtülü kadınların giremeyeceği ve kapılarına ‘Cemaat giremez’, ‘Başörtülü kadınlar giremez’ gibi uyarıcı tabelaların olduğu kamusal alanlarda tek başına yaşama hayalini kuruyor, başörtülü kadınlarla aynı kamusal alanları paylaşmak istemiyor. Güçleri yeterse, başörtülü kadınları, ODTÜ’ye, başka üniversitelere, mahkemeye, hatta hastaneye bile sokmayacaklar!
Dolayısıyla ‘cemaati istemeyen’ o kızcağız yalnız değil, yalnız olmadığını da çok iyi biliyor.
Gösterdiği ırkçılığı alkışlayanlar var. Biri şöyle demiş mesela: Burada Mustafa Kemal’in askerleri var, başörtüsüyle buraya gelinir mi?
Bir başkası demiş ki: ‘Dini özgürlük adına, biri ineğiyle çıkıp gelse o zaman ne yapacağız?’
Memleketi Erdoğan’ın diktatörlüğünden kurtarmak için mücadele ettiklerini iddia edenlerin, özgürlüklere bakışı bu kadar ‘naif’ işte!
28 Şubat ruhu aramızda
Dün gece bir televizyon programında Prof ünvanlı bir bilim adamına sunucu hadiseyi soruyordu.
Bilim adamı, lafı dolandırıp duruyor ve faturayı Başbakan’a kesiyordu.
Meğer bu kızcağız aslında başörtüsüne değil, Başbakan’a duyduğu öfke nedeniyle öyle davranmış!
Başbakan, açıklamalarıyla bu öfkeyi hak ediyormuş!
Böyle düşünen bilim adamı olur mu demeyin, yüzlercesi var ve bu çocuklar bunlara emanet!
Türkiye’nin eğitim alanında en büyük sorunu ırkçılıktır.
Ötekileştirme ve faşizmin ruhu üniversitelerde kol geziyor. Matematik, tarih ve edebiyat derslerinden önce gençlere ırkçılık ve nefret suçları anlatılmalı, buna ilişkin dersler konulmalı. Nefret suçu, ırkçılık, ötekileştirme nedir üniversiteden mezun olan herkese öğretilmeli.
Kaybettiğimiz kuşaklara yapacak fazla bir şey kalmadı maalesef. Onlar dünyaya gözlerini, Mustafa Kemal’in askerleri olarak açtılar, çok kararlı olduklarını görüyoruz, ömürlerini de asker olarak tamamlayacaklar.
Yeni kuşakları bu türden asker olma hevesinden nasıl koruyabileceğiz, çocuklarımızı nefreti, ırkçılığı, reddedecekleri eğitim müfredatlarıyla nasıl buluşturacağız asıl sorun budur.
ODTÜ’de ‘bir kadın Kemalist askerin’ bu vahşiliği sergilediği gün, Ankara’da 28 Şubat davasında yaşı kemale ermiş Mustafa Kemal’in eski askerleri yargılanıyordu.
Eserleriyle ne kadar övünseler azdır.
Toplumun içine saldıkları korkularla büyüdü gençler.
Binlerce genç, o korkularla davranıyor, o korkularla iç içe yaşıyor!.
28 Şubatçılar rahatlar, ellerinde çerez torbalarıyla giriyorlar mahkeme salonlarına. Yargılamayı bu kadar aşağıdan almalarının ve önemsiz görmelerinin sebebi nedir acaba?. Tahliye olma umutları mı fazla?
Suçsuz olduklarına mı inanıyorlar?
Yoksa alacakları cezayı daha şimdiden sineye çektiklerini, pişmanlık duymadıklarını mı göstermeye çalışıyorlar?
28 Şubatçılar eserlerine bakıp ‘başarılarına’ seviniyor olmasınlar?
28 Şubat değil bin yıl 15 yıl bile yaşayamadı diyenler bence fena halde yanılıyorlar.
28 Şubat ruhu, Yahudi avına çıkmış gibi davranan gencecik kızların ruhunda yaşıyor ve o ruh ne yazık ki, onlarla beraber mezara kadar gidecek gibi görünüyor..