Meğer ne esrârengiz bir toplulukmuşuz da haberimiz yokmuş! Öyle ya, bir hesâba göre bilmem kaç bin, öbür hesâba göreyse, hayır, bilmem kaç bin değil bilmem kaç bin yıllık bir şeyiz ama aslında kaç yıllık bir şey olduğumuz hâlâ meçhûl!
Bana kalırsa en az bilmem kaç bin yıllık şeyiz ama buna herkes şey etmiyor.
Ne demiş şâir:
“Tûfan’dan önce vardık, Tûfan’dan sonra varız!”
(Gerisini unutdum, bâri uydurayım!)
“Gökden boşanan yağmur, dağlara yağan karız!
Bizi pek küçümseme, behey şuursuz Adam!
Arı gibi sokarız, ateş gibi yakarız!”
Ne kadar güzel bir şiir oldu! İnanınız ki göğsüm iftiharla kabarıyor!
Çocukluğumda, kendi kartvizitine göre “Florinalı Nazmi - Türkiye Şâirler Kıralı” bir zât vardı.
“Dalgın dalgın bakarsın,
Aceb aklın nerede?
Seninle karşılaşsak
Kurbağalıdere’de!”
...şeklinde duygu yüklü mısrâlarla gözlerimizi yaşartırdı. Artık onun tahtına ben otursam yeridir diyorum. Bakalım, kısmetse...
Son zamanlarda, sanki hırlaşma mevzûlarımıza kıran girmiş gibi, başımıza bir de “milletve milliyet” tartışması çıkardılar.
Biraz da bu yüzden gırtlak gırtlağa gelelim ki asıl önemli problemlerimizi tartışmaya ne vaktimiz kalsın ne mecâlimiz!
Şu dinine yandığımın Avrupası’nda bizim kadar kolay ketempereye gelen başka bir millet daha var mıdır diyeceğim ama henüz millet olup olmadığımıza karar veremedik ki diyeyim!
Tabii bunu demek için evvelâ “millet”in ne olduğuna karar vermemiz gerek ki kıyâmet de zâten o yüzden kopuyor!
Ben sevâbına anlatıvereyim bâri de günah benden gitsin:
Önce şuna işâret edeyim ki “millet” kelimesinin ne anlama dâir iki târif vardır.
Biri bunun “politik” bir kavram olduğunu ileri sürer öbürü ise “etnik” bir kavram olduğunu.
Bu sonunculara göre bir milleti oluşturan insanların aynı “soy”dan gelmiş olmaları şartdır.
Meselâ Hitler’in “Nazi Almanyası” (1933-1945) bunun en tipik örneklerinden biridir.
“Nasyonal Sosyalist”in kısaltması olan Nazilere nazaran eğer “Ârî Irk”dan, Alman Irkı’ndan gelmediyseniz, ağzınızla kuş tutsanız “Alman” olamazdınız. Nitekim bu sebeble, Birinci Cihan Harbi’nde Almanya uğruna yiğitçe savaşarak bir sürü madalyalar bile alan Yahudi asıllı Almanları kendilerinden saymadılar; üstelik toplama kamplarında gazla zehirleyip imhâ bile etdiler! Onlardan yüzlercesinin, Almanya yaşasın diye vurulup can verdiğini dahî umursamadılar!
“Millet”i politik bir kavram olarak benimseyenler ise soy-sop birliğine bakmaksızın, kendilerini belirli bir toprak (vatan) parçası üzerinde bir “âidiyet ve mensûbiyet” bağlamı içinde gören topluluklara bu adı verirler. Öyle ki bunlar için “dil birliği” bile vazgeçilmez bir önem taşımaz. Aralarında dört, üç yâhut iki anadilli olan topluluklar (İsviçre, Belçika, Kanada) vardır.
Bunlar milleti meydana getiren “milliyetler”dir.
Bizler ise, politoloji ilminin “gecikmeli milletler” diye adlandırdığı sınıfa dâhil olduğumuz, başka bir deyişle “nihâî” millî şeklimizi henüz almamış bulunduğumuz için aramızda bir tür kördöğüşü devâm edip duruyor. Üstelik “gecikmeli” olduğumuz için 19. ve 20. Yüzyıllarda “ıskaladığımız” kavgaları 21. Yüzyıl’da “tamamlamaya” uğraşıp bir bakıma kendimizi gülünç de ediyoruz.
Oysa Amerika’yı yeniden keşfetmemize gerek yok, zîrâ çözümü Amerika çokdan keşfetmiş bile...Orada herkesin öğrenip genel bağlamda kullandığı resmî bir dil olan İngilizce ile her etnik grubun, istediği gibi “tedrîs” etdiği diğer etnik grupların dilleri var.
Meselâ İtalyan asıllıysanız ve istiyorsanız çocuklarınıza İngilizcenin yanısıra İtalyanca öğretme imkânlarınız da sağlanmış durumda.
Benim Türkiye için uygun bulduğum çözüm yolu da böyle bir şey.
Herkes Türkçeyi öğrenir ama her isteyen etnik grup okullarda ek olarak kendi “aslî” anadilini de öğrenme imkânına sâhib olur. Böyle bir çözümün topluma getireceği rahatlık ve en geç bir nesil sonra kendini göstermeye başlayacak olan kültürel rengârenklik en karamsarlarımızın bile gözlerini alacak güzellikleri içinde barındırır sanırım.
Bunun sonucu olaraksa Türk Toplumu dağılmak şöyle dursun, başka toplumlar için bir nîrengi noktası konumuna bile girer.
Var mısınız?