2014 Türkiye için kolay bir yıl olmadı.
Zâten devletimizin bilfiil teşekkül etdiği 26 Mayıs 1040 Dendânekan Meydan Muhârebesi’nden bu yana geçen 974 yılın hiç biri kolay olmadı.
İşin “fıtratında” var bu.
Türkiye olmak fevkalâde müşkil bir iş.
Öyle bir yeri mesken edinmişsiniz ki kenarda durup olana bitene seyirci kalmanız imkânsız.
Ama müşkil diye elbet vazgeçecek değiliz.
Üstelik şunu da unutmamak gerek:
Türkiye 974 yıldır üzerine gelen her türlü belâyı savuşturarak ayakda kalmayı da bildi.
Onun için bence hiç kimse, maalesef bu sene de başaramadık ama kısmetse önümüzdeki yıl hallederiz, şeklinde ham hayallere kapılmasa iyi eder.
Hele hele bu saatden sonra Türkiye’yi “halletmek” biraz... Nasıl söylesek... şey...
Ben Türkiye’nin yeminli düşmanı olsam dahî en geç bu zaman diliminde artık basîretimi kullanarak Türkiye ile iyi geçinmenin yıllarını arar ve bunu da samîmiyetle yapardım.
En zayıf ve en kötü yönetildiği yıllarında bile Türkiye’yi deviremeyenlerin bundan sonra bu amaçlarına ulaşmaları muhâlin de ötesinde bir hamâkatdir.
Türkiye’den parça koparıp orada kendi gönüllerince başka bir “şeyler” yapmayı tasarlayanların da takkelerini önlerine koyup bir tefekkür-ü derûnîye yönelmelerinde pek çok yarar var - en fazla da bizzat kendileri için...
Ama yanlış anlaşılsın istemem:
Bu bir tehdid değil bir uyarı!
Yaşlı nesillerin de anlaması için buraya basit konuşma diliyle bir kere daha yazayım:
Ce n’est pas une menace, c’est un conseil!
Türkiye’den zorla kimse zırnık alamaz!
Öte yandan çuvaldızı başkalarına saplarken iğneyi de kendimize batırmak basîret ve adâlet gereğidir:
Merdce dile getirmek gerekirse devletimiz de pek öyle bir bulunmaz Hind kumaşı değil! Bunu bilelim! Salonda bunu bilmeyen yok ayrıca...
Bilelim bilmesine ama şunu da bilelim ki porte-bagages’da ikinci bir yedek devletimiz de yok! Hani hîn-i hâcetde çıkarıp yola onunla devâm etmek için...
Böyle bir durumda yapılacak en mantıklı iş bence -elimizde yedeği bulunmayan- aslî ve tek devleti esaslı bir kalafatdan geçirmek ama öyle az buz değil hakıykaten!
Benim canımı sıkan bir husus da bu...
35 senede alt tarafı bir anayasa yapmakdan âciz bir devlet, daha doğrusu millet, yâni mecâzî mânâda kalafat dediğimiz işlemin daha ilk adımını atamayan bir yapı, temelden kiremite bir onarımı nasıl becerecek?
Voilà, messiurs-dames, buy’run sizlere bir muammâ daha! (Bu kaçıncısı, Yârabbî?) Tepe tepe kullanın!
Şâyet işe yarar bir yanıt bulursanız, aman, ilk iş beni de haberdâr edin ki oradan da bir yazı çıkarayım! Mâlûm, ekmek arslanın ağzında...
Doğrusunu söylemek lâzım gelirse kısa, özlü ve tam da Türkiye’nin ihtiyaçlarına karşılık verebilecek bir anayasa metni hazırlamak en fazla 24 saatlik bir işdir, çünki bu metin düzinelerce uzmanın zâten zihninde, hattâ yazı masasının çekmecesinde hazır bekliyor.
Böyle bir metnin resmen kabûl edilip yürürlüğe girememesinin yegâne sebebi ortada böyle bir irâdenin mevcûd olmayışı!
Ne ülkenin politik sınıfında ne de halk arasında!
Türkçesi yeni ve modern bir anayasa, ufak bir zümre dışında kimsenin umurunda değil!
İlgilenecek bir Yalova Kaymakamı dahî bırakmadılar; bu kadar insafsız bu kadar gaddar bunlar... Kimler? Onlar kendilerini bilirler!
Dahası, şimdikiyle devâm etmek çok kimsenin işine bile geliyor.
Elde bir alçaklar çetesinin dayatdığı anayasa varken neden kimse tatlı canını sıkıntıya soksun?
Yeni anayasalar ve demokratik yasalar ancak geniş kitlelerden taleb gelirse hayâta yansır.
Siz şimdiye kadar Edirne ile Kars arasında tek bir “alelâde” vatandaşın “Ooooff, offf... Nedir bu yeni anayasasızlıkdan çekdiğimiz?” şeklinde bir şikâyetini, ondan vazgeçdim hayıflanmasını işitdiniz mi?
Ben de...
O zaman boşalt el frenini; toslayacağı yere kadar kaysın!
Ha, 2015’de neler olacak “sorunsalı”na gelince; sevâbına onu da arzedivereyim:
Yeni bir anayasa hazırlama çalışmaları bütün hızıyla devâm edecek...
Hayırlısı neyse o olsun!
Âmin, Teyzeciğim...