Hayırlısıyla bu Ekimi de devirip mübârek Kasım Ayına ulaşdık.
Mübârek aydır zîrâ ben Kasımda doğmuşum.
Teşrîn-i Sânî... İkinci Teşrîn...
Ekim için ise eskiden Teşrîn-i Evvel denirdi, Birinci Teşrîn...
Ben teşrinleri severim, hüzünlü olurlar.
Bu konu uzundur; anlatmakla bitmez kolay kolay...
En iyisi modern Türk şiirinin erişilmez zirvelerinden Üstâd Yağmur Atsız’dan birkaç mısrâ ile kapayalım:
Sonbahar, Kraliçem!
Uğruna ne şeâmetli ikindi sonları
Ne netâmeli köşe başlarında
Ne meçler sıyırdığım!
Ne dostu düşmandan ayırdığım
Ve ne saâdeti bulur gibi yapdığım gözyaşlarında!
Sonbahar, Kraliçem, Letâfetmeâbım!
Her kasım kalbin kıskacıdır.
Kirpilerle dans acıdır.
***
Honoré de Balzac (1799-1850) ile ilgili olarak şu anekdot ilginçdir:
Bir toplantıda hayat pahalılığından bahsedilirken, uzunca süre bir kenarda oturup dalgın dalgın önüne bakan Balzac ansızın başını kaldırarak şöyle demiş:
“Gerçeğe dönelim lütfen! Hanımlar, Beyler, Eugénie Grandet kiminle evlenecek?”
Hakıykatin, görüş zâviyesine göre ne kadar değişken olabileceğini belirtmek için bâzen bu hikâyeyi anlatırlar.
Benim amacım da bu.
Marmaray dolayısıyla bir kere daha dikkatimi çekerek beni rahatsız etdi:
Bizler olayları değerlendirirken çoğu kez o olayın kendisini değil de kimin tarafından sebebiyet verildiğini göz önüne alıyoruz, hattâ alıyoruz bile değil alıyoz!
Bakınız, iki kıt’ayı su altından bir tünelle birbirine bağlama fikrinin 153 yıllık bir mâzîsi olduğunu dün istisnâsız her gazetede okuyabilirdiniz. Yâni Başbakan Erdoğan birkaç ay önce nâgehân vahiy inerek “Yâhu, şuraya bir tünel açsak fenâ olmaz! Getirin şurdan birkaç kazma kürek!” demiş filan değil.
Kaç kere niyetlenilip sonra muhtelif engeller yüzünden ertelendiğini de bütün gazeteler yazıyor. Erdoğan’ı şanslı kılan unsurlardan biri, 1960’dan bu yana ilk defâ olarak on yıl aralıksız olarak ve tek başına hükûmet etmiş olması ile belki bir de bu işlere aklı eren bir politikacı olması.
Şimdi utanmaksızın bunu küçümseyici îmâlarda bulunan hasûd heriflere ve karılara sormak lâzım:
Başbakan asmakdan, asker postalı yalayarak kazan kaldırtmakdan ve ikide bir gayrımeşrû usullerle hükûmet devirtmekden baş alarak böyle bir eseri ele alma yeteneğiniz var mıydı ki şimdi mırın kırın ediyor ve üstü kapalı şekilde lekelemeye uğraşıyorsunuz?
İnsanın yüzü kızarır, be!
Yok efendim yeri kötü seçilmişmiş de, akıntıymış da, elinin körüymüş de...
Beğenmiyorsanız binmeyin, ulan!
Yüze yüze gidin yâhut yine “gericiler” tarafından inşâ edilmiş olan köprülerden birini kullanın!
Yâhut da Kart Babanız Ecevit kadar merd olup onu da kullanmayın!
Kadıköy’den vapurla geçin!
Ben meselâ öyle yapacağım ama manzaranın letâfetine meftûn olduğum için...
İşim acele olursa elbet sür’atli güzergâhı tercîh ederim.
Kendi paranoyalarınızın ve komplekslerinizin tutsağısınız!
Ben sizin yerinizde olsam vapura bile binmem; Salacak’dan sandalla geçerim...
Küreklere asılırken de “Kız sandalı kalbim gibi oynatma yerinden!” şarkısını terennüm edebilirsiniz, vakit daha çabuk geçer...
Veyâ “Bendim geçen, ey Sevgili, sandalla denizden...” de olabilir.
Bence mahzûru yok.