Kendi tarihimi yazacak yaşa gelmiş olmak da biraz tuhaf geliyor bana; doğrusunu isterseniz. Siyah beyaz fotoğraf karelerimden iki tanesi de katıldığım 1 Mayıslar’dır.
1974 yılının sonlarında başlayan üniversite öğrenciliğimin en başından itibaren devrimciydim. Pek çok yoldaşım, sosyalizmle ancak üniversiteye geldikten sonra tanışmıştı. Bense daha lise yıllarından epey birikimle gelmiştim zaten. ‘Teorik’ bilgim epey vardı yani. 1975 yılının ilerleyen döneminde o zaman sosyalistlerin pek çok siyasî fraksiyonundan biri olan, ama kısa sürede hayli güçlü bir akım oluşturan İlerici Gençler Derneği’ne (İGD) katılmıştım. İGD, kısaca özetlemek gerekirse, o zaman DİSK’in yönetiminde çok etkin olmaya başlamış gizli Türkiye Komünist Partisi (TKP) -aman ha, lütfen rica ediyorum, bugünkü TKP denilen partiyle karıştırılmasın sakın!- çizgisindeydi. Bu bakımdan DİSK’in, ama özel olarak DİSK’in en güçlü ve etkin birimi olan Maden-İş sendikasının desteğindeydi. Bir anlamda maddî ve manevî himayesinde de diyebiliriz. Elbette İlerici Kadınlar Derneği (İKD) de bu üçgeni tamamlayan diğer önemli örgütlenmeydi.
1 Mayıs 1976
O sırada Ankara’da öğrenciydim; fakat birkaç gün önceden mühendis odasının Antalya’da ünlü Berec pil fabrikasındaki işçi grevine, dayanışma amaçlı ziyaretine katılmıştım. Bundan dolayı önce İzmir’e gelmiştim. Bir otobüsle gece Antalya’ya gidilmiş, grev çadırı ziyaret edilmiş ve işçilerle dayanışma gösterisinde bulunulmuştu. Bu sayede Antalya’yı da ilk kez görmüştüm. Ardından da yine otobüslerle 1 Mayıs sabahı erkenden İstanbul’a Harem/Üsküdar’a inmiştik. Ben hayatımda ilk kez bu sayede İstanbul’u görmüş oldum. Şimdilerde ‘miting meydanına otobüslerle taşınmak istemiyoruz’ diyenleri işitince içimden yazmak geldi: O zamanlar şehir dışındaki devrimci eylemlere ister istemez otobüslerle ‘taşınır’dık. Üsküdar’dan motorla Beşiktaş’a geçtiğimizde hayatımda boğazı da ilk kez görmüş oldum. Yirmi yaşındaydım! Belki bugün olsa, bana da denizi görmemişler muamelesi yapanlar çıkardı, bilemem. Fakat elbette İzmir’li olduğum için, hem daha önce denizi görmüştüm -hatta yüzme bile biliyordum-, hem de ayıptır söylemesi, midye bile yemişliğim vardı!
Beşiktaş’da Yıldız yokuşunda toplanan kalabalığa karıştık. O gösteride mühendis odalarıyla birlikte idim. İlk kez yürüyerek geçtiğim Dolmabahçe’nin o ağaçlı yoluna hayran kalmıştım doğrusu. O günden aklımda kalan nedense bu uzun yürüyüş olmuş. O zamana katıldığım en kalabalık sosyalist gösteriydi. Alan daha çok işçilerin ve sendikaların hâkimiyeti altındaydı. Bir tarihe tanık olmak, onun içinde hemhâl olmak, onunla bütünleşmiş olmak duygusu hepimizde egemendi. Büyük ve önemli bir merhale geçilmişti. Gücümüzü test etmiş; onaylamıştık. En küçük bir gerginlik olduğunu bile hatırlamıyorum. Törenden sonra ilk kez İstiklâl Caddesi’ni de görme fırsatım oldu; yakınlarımla birlikte (hiç unutmam) Çiçek Pasajı’na gittik ve orada bira içtik.
1 Mayıs 1977
Ama hayır; 77 öyle değildi. Bir kere bir yıl öncesine göre siyasal ortam çok sertleşmişti. Sonradan ‘yavaş çekimli iç savaş’ olarak nitelendirilecek olan sokak vuruşmaları da sıklaşmış ve şiddetlenmişti. Sadece (klasik deyimle) sağcılarla solcular vuruşmuyordu sokakta. Güvenlik kuvvetleriyle sosyalistlerin vuruşması da tırmanıyordu. Zaten bu kadarı yeterli sayılırdı; fakat bir de sosyalist örgütler arasındaki anlaşmazlıklar, çatışmalara; çatışmalar da sokak kavgalarına ve hatta vuruşmalarına kadar varmıştı. Ben 1 Mayıs’tan önce yine İzmir’deydim. Bu kez 1 Mayıs hazırlıklarına uzun zaman Ankara’da katıldıktan sonra, son birkaç günü İzmir’de geçirmiştim. İzmir’de de hazırlıklara katıldım. Her gün şehrin değişik noktalarında gerçekleşen bildiri dağıtımına katılmıştım. Ortam sertti. Basmane civarında bildiri dağıttığımız sırada MHP’lilerin saldırısına uğradığımızda, hemen yakındaki DİSK’e ait bir binaya sığınmıştık. Orada saatlerce mahsur kaldık. Hem MHP’liler, hem de polisler binayı sarmıştı çünkü. Neyse ki, bir süre sonra kalabalık dağıldı; polisler de sendikaya gelip, bizleri orada gözaltına aldılar.
Oysa akşama afişlemeye katılacak grubun içindeydim ve bu nedenle afişlemeyi kaçırmıştım. Akşamın ilerleyen saatinde yeniden binadan
çıkmamıza izin verildiğinde afişleme saati geçtiğinden doğru evime gittim. Ertesi sabah o akşam bizim gruba ateş açıldığını ve bir kişinin yaralandığını öğrendim. Ama galiba ölen de olmuştu. Bu kez ateş açanlar (o zamanki jargonla) ‘maocular’dı. Yaralının felç olduğunu ve sonradan tedavi için Macaristan’a gönderildiğini de ilâve etmeliyim. O günden sonra aklım hem bu gençte kalmıştı. Sonra, aradan geçen uzun yıllardan sonra, onu yakından tanıyan bir arkadaşım, tedavinin olumlu sonuçlandığını ve yıllar sonra yeniden ülkeye geri döndüğünü anlattığında içim çok ferahladı. O akşam orada olmamam tamamen bir tesadüftü. Eğer polis bizi daha erken bıraksa, o grubun içinde ben de bulunacaktım.
Çatışma ‘geliyorum’ demişti
Herkes gibi ben de farkındaydım; bu kez şiddet görülebilirdi. Hem hükûmet cephesinden gelebilirdi bu şiddet; hem de sosyalist grupların fraksiyon çatışmalarının bir benzeri, Taksim’de de görülebilirdi. DİSK, yani bizler, ‘maocular’ı alana almamaya kararlıydık çünkü. Onlar da girmeye. Bu bakımdan nişanlıma gösteriye gelmemesini rica ettim. Ama beni dinlemedi ve geldi. 1 Mayıs sabahı erken İstanbul’a vardık otobüslerle. Üsküdar’dan Beşiktaş’a geçildi yine. Yıldız yokuşunda İGD’nin Ankara grubunu buldum. Onlara katıldım, katıldık. Ankara’da birlikte aynı öğrenci evlerini paylaştığımız neredeyse bir düzinenin üzerinde İzmirli genç arkadaştık. Birbirimizi bulduk ve korteje dahil olduk.
Uzun bir günden sonra; Taksim’e girdiğimizde alan tıklım tıklım dolmuştu. Bizim grup, bugünkü Marmara otelinin tam önünde, adeta Marmara kafenin İnönü caddesine yakın kısmında, ama biraz önde konuşlanmıştı. Biz yerimizi aldığımızda hemen arkamızdan bu sefer Kurtuluş grubu alana giriyordu ve mutat olduğu şekilde aramızda slogan savaşı başlamıştı. Bazı arkadaşlar, otobüslerinin hareket saati geldiğini görünce, dönmek üzere aramızdan ayrıldılar. Saat galiba tam yediydi. Galiba radyoda ajansın anonsunu da işittim. Belki de böyle hatırlıyorum sadece. Tam o sırada ilk kurşun sesini duydum. Bizim bulunduğumuz yerden hayli uzaktaydı. Sanırım sular idaresi tarafında. Ardından aralıklı birkaç tane daha işittim. Ama sayılabilir kadar azdı. Sonra birden bire hayatımda hiç duymadığım kadar çok silah sesi oldu. Sayılabilir olmaktan çok uzaktı ve nereden geldiği de hiç belli değildi. Daha önce de silah sesi duymuştum; ama bu kez duyduğum çok yoğundu. Hiçbir zaman böylesini bir daha da duymadım zaten.
İlk üst üste silah sesleri üzerine kitle önce dalgalandı ve birkaç saniye sonra herkes koşmaya başladı. Biz de. Beş, on saniye kadar sonra önümüzdekiler diğerlerinin üzerine kapaklanarak düşünce, biz de onların üzerine düştük. Arkalarda olduğumuz için bizi kimse çiğnemedi. Ama üst üste tam siper olmuştuk. Bu arada silah sesleri hiç ara vermeden sürüyordu. Yerde herhalde birkaç dakika falan kalmış olmalıyız. Bugün süreyi asla hatırlayamam. O sırada kürsüden de ‘yere yatın’ diye bağrıldığından herkes yere yatmış, kimse kimseyi ezmemişti. Yoksa Kazancı yokuşundaki facia, alanda da görülebilirdi. O sırada meydandaki herkesi öldüreceklerini düşündüm; ‘devrimden sonra buraya bir anıt dikerler artık’ diye kafamdan geçirdiğimi hatırlıyorum. Sonra -silah sesleri azalınca ya da bitince- ayağa kalkarak AKM’nin önünden Mete caddesine doğru koştuk. Önümüzde kimse yoktu. O sırada alandan patlama sesleri geliyordu; dinamit atıyorlar diye düşündüm; meğerse ses bombası imiş. Karşımıza yolu kapatmak üzere bir polis barikatı çıktı. Fakat bize engel olmadılar. Olmaya kalksalardı; çatışmaya hazırdık.
Birden bir taksi gördüm. Ve o anda yanımdaki arkadaşlarımla taksiye binip, Beşiktaş iskelesine indik. Bir vapur kalkmak üzereydi, bindik. Karşıya geçtik. Bizden sonra iskeleye gelenlerin hepsini polis gözaltına almış; sonradan anlattılar. Ancak akşam radyoda ölenlerin sayını duyunca, içim ürperdi ve titredim. Bugün ‘nereden; kim ateş etti’ diye soran olursa; tek kelime ile yanıt vereyim; ateş eden kimseyi görmedim. Yere yatmadan önce gördüğüm son şey, alanda eski otobüs duraklarının üzerinde ayakta pankart açmış olan Dev-Yol’cuların silah sesleri üzerine yere atlamaları olmuştu. Meğer bazıları vurulduğu için oradan düşüyormuş; öyle işittim. İşte benim 1 Mayıslar’daki görgü tanıklığım.
TARİHİ DAHA YAZILMADI
Ne tuhaf, hafızam beni yanıltmasın diye kütüphanemde solun tarihine yönelik kitap raflarından birkaç 1 Mayıs kitabı indirince fark ettim ki, Türkiye’de ilk kez yığınsal olarak kutlanan 1 Mayıs 1976’a ilişkin hiçbir kitap yazılmamış! İnanılmaz mı buldunuz? Evet, ben de açıkça şaşırdım. Hele günümüzden geriye bakınca ve 1 Mayıs’ın ve Taksim alanının “kutsal” bir gün ve mekân olduğuna ilişkin açıklamaların eşliğinde, gerçekten de şaşırtıcı; adeta inanılmaz. Gözlem yayınlarından 1977 yılının ilk günlerinde yayınlanan ‘Türkiye İşçi Sınıfı 1976 Yıllığı’ kitabında bile bu 1 Mayıs’tan sadece tek bir fotoğraf karesi var. Dört yüz sayfaya yakın kitapta bu törene yalnızca iki sayfa yer ayrılmış. ’76 1 Mayıs’ından geriye maalesef fazla bir şey kalmamış.