Türkler ve Kürtler, Mezopotamya ve Anadolu’da asırlar boyu; kavgalar, savaşlar, göçler sürüp giderken, bir arada ve kavgasız nasıl yaşayacaklar, ortak yaşamın hakkı hukuku nasıl kurulacak, buna kafa yormuş, anlaşmalar düşünmüş ve şartlar elverdiğinde bu anlaşmaları hayata geçirmiş iki halktır.
Coğrafya kaderdir ya da şöyle diyelim, coğrafya bir kaderse, bu coğrafyada beraber yaşayan halkların aynı kaderi paylaşmasında şaşacak bir şey yok elbette.
Bu satırların yazarı ortak tarihdaşlığa ve ortak kadere hiçbir zaman şaşmadı ve şaşırmadı.
Bu kaderin adalet ve eşitlikle buluşacağı bir geleceğe hayatı boyunca inandı, bu inancının sarsılmasına izin vermedi.
Tarih tekerrür etmez derler ama bugünü anlamak ve geleceği hayal etmek, geçmişi hatırlamaktan geçiyor.
Modeller düşünüp duruyoruz. Bizi bir arada tutacak, şiddetin olmadığı, insan onurunun korunduğu modeller.
Bu modern zamanların icadı modellerin hangisi, Yavuz Sultan Selim ve İdrisi Bitlisi’nin bu topraklarda ve 300 yıl boyunca, barış içinde yaşanmasını mümkün kılan Osmanlı/Kürt modelinden daha üstün acaba, hiç düşündünüz mü?
Avrupa federalizmi çok yeni. Yüzyıllık bir ömrü bile yok. 21. Yüzyılı bitirip bitiremeyeceği, oldukça hassas bir sınavdan başarıyla geçip geçemeyeceği bile, belli değil. Avrupa’yı da sarsan ekonomik kriz, az kaldı Avrupa federalizmini de silip süpürecekti.
Özerk ve federal bölgelerin halkları, Basklılar, İskoçlar ve diğerleri, merkezi hükümetlerin borçlarına ortak olmak istemeyince kıyamet koptu. Avrupa bir anda bağımsızlık ve referandum talepleriyle çalkalandı.
Bu yazıya bu kadar geniş bir izahla başlamamın sebebi, tarihi süreçlere bakıp, federalizm ve Osmanlı Modeli arasında bir kıyas yapmak değildi. Bu yazıda amacım, Denizli’de doğup büyümüş, elitlerden, muktedir ailelerden gelmeyen bir hanımefendinin, Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanı Dr. Sema Ramazanoğlu’nun Mardin’e yaptığı bir ziyareti ve o ziyaret anlarına dair ortamı özetle paylaşmaktı. Bu ziyarette Dr. Sema Ramazanoğlu doğrusu Osmanlı modeli konusunda tek söz etmedi ama o kadar içten ve o kadar samimi konuşmalar yaptık, sizin tarihle aranız iyiyse, bu konuşmalarda söylenenler size bugünün meselelerine daha geniş bir tarihi perspektiften, hatta Osmanlı tecrübesi üzerinden bakmayı sağlıyordu. Mesela şu ifadeler:
‘Benim için Denizli her zaman büyük bir artıdır. Orada doğdum, orada büyüdüm, aile ocağım Denizli’de. Siyasete Denizli’de başladım ve orada sürdürüyorum, Denizli bir artıdır benim için ama Mardin, bugünün zor koşullarında, benim için on artı demektir.’
Sayın Ramazanoğlu, bu sözleri söylediğinde salonda alkış koptu.
Gönüller arasında köprü kurmak, işte bu yürekten kopup gelen duyguların bir anda ifade edilmesi ve duyulmasıyla okur.
Ramazanoğlu vaktiyle Balkanlar’dan çıkıp Anadolu’ya gelmiş bir ailenin evladı. Muhterem babası vaktiyle Mardin’de bulunmuş. Mardin’i merak eder, Mardin nasıl bir yer diye babasına sorular sorarmış. Muhterem babası da Arapça ve Kürtçe konuşan insanlar var Mardin’de dermiş..
Bu kişisel hikayeyi içtenlikle paylaştı bizimle Sayın Bakan. O anda, doğru yoldayız dedim içimden. Türkiye kendi modelini Dr. Sema Ramazanoğlu gibi gönüldaşları yetiştirerek ortaya koyuyor ve biz bu gerçeğin farkına vardıkça güçlenecek beraberliğimiz.
Kürt halkı bunun kıymetini biliyor ve bilecek. Ama kıymetini bilmeyenler, Sırp keskin nişancılarını Diyarbakır’a sokuyor ve maalesef, o keskin nişancıların silahlarından çıkan mermiler, kardeş bir halkın evlatlarını vurup şehit ediyor.
Mardin benim için on artıdır diyen Sema Ramazanoğlu’nun hemşerilerini, yurttaşlarını Sırp keskin nişancılarına vurdurmak siyasi haklılığa dayanan bir davranış olabilir mi?
Hakka reva mı bu?
Dr. Ramazanoğlu bu zor zamanlarda yüreğimize su serpti. Artılarımızı hatırlattı. Diyarbakır ve Denizli’nin ortak gönül köprüsüne bir çiçek bıraktı gitti..
Bakanlık şu bu geçici ama Mardin bu ziyareti ve Dr. Sema Ramazanoğlu’nu unutmayacak..