1446 hicri yılı Ramazan ayındayız, yetiştik Elhamdülillah. Dün ilk oruçlar tutuldu, ilk iftarlar açıldı. Ramazan-ı Şerif mübarek olsun. İbadetlerin içinde en farklı olanıdır Ramazan ve Oruç. İnsanın kendisini tutması esası üzerine kuruludur, kalbinin her an uyanık olması, kulluk bilinciyle sabretmek asıldır bu ayda. İnsan olduğumuzu, insanlıkla şereflendiğimizi idrak ettiğimiz bir zamandır Ramazan günleri...
Tabii orucun yanı sıra teravih namazı ve cami mahyaları da Ramazan'ın güzelliklerindendir. Ahmet Vefik Paşa'nın 1873-1876 yılları arasında büyük emekler vererek yazdığı Türkçeden Türkçeye, ilk milli sözlük olan Lehçe-i Osmani'de mahya: Çifte minareli camilerde Ramazan ayında avizan halinde asılan sözlü veya resimli kandillerdir diye tarif edilir.
Rahmetli anneannem ''mahya kurmak' derdi. Cami minareleri arasına gerilen halatlardan küçük kandiller sarkıtılarak gecenin karanlığında yazılan güzel sözler, çizilen çiçek resimleri yani... Anneannem en çok çiçekli ve vapurlu olanlarını severmiş...
Işığı sanat olarak kullanan İstanbul kültürü, Ramazan aylarında mahyalar aracılığıyla gecelerin nurani bir havaya bürünmesini önemsermiş. Elektriğin olmadığı, henüz yaygınlaşmadığı yıllarda şair Ahmet Haşim 1921 yılında kaleme aldığı "Müslüman Saati" yazısında şöyle dile getirmiş bunu;"...ışıkta başlayıp ışıkta biten, on iki saatlik, kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı. Müslümanın mes'ut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin vak'alarını bu saatlerle ölçtüler..." Ayın ışığı, güneşin ışığı, saygı duyulan, sayılan, takip edilen, dini olduğu kadar sosyal hayata da nizam veren şeylermiş o günlerde...
Düşününüz gece hiç elektriği, ışığı olmayan o kadife karanlığındaki İstanbul gecelerinde, birden bire bir caminin iki minaresi arasında bir yazı beliriyor veya kanatlarını çırpan bir leylek resmi görünüyor... Ne kadar muhteşem, heyecan verici bir iş değil mi?
İlk defa 1617 Ramazan'ında Sultanahmet Camii'nde tatbik edilen bu yenilik, sonraki yıllarda sanatsal bir gelenek hâlini alır. Halen Sultanahmet Caminin mahyaları ve ışıklı gösterileri, ilgi odağıdır... Derken efendim; 1723 Ramazan'ında çıkan bir padişah iradesiyle bütün selâtin camilerde mahya kurulması adeti başlamış. Hatta bu arada Eyüp Sultan Caminin minareleri mahya kurabilmek için kısa gelince, iki şerefeli iki minare daha yapılması emrolunmuş. (1724'te Sultan III. Ahmed zamanında, Topkapı Sarayı'nda yaptırılan kütüphanenin vakfına düşülen bir kayda göre, 9 bin akçe tahsisiyle Ayasofya Camisinde mahya kurulması için emir yazılıdır.)
Prof. Süheyl Ünver mahya seremonisini şöyle anlatır; mahya ustası, saraydan gönderilen inciler ve atlaslar üzerine adeta bir maketini hazırlarmış, Saray'dan yollanan özel kırmızı atlaslar üzerine, yine Saray'dan gelen parlak incilerle adeta bir mahya provası kurulurmuş. Şayet Saray bu maketi onaylarsa, büyük camiler başta Sultanahmet, Ayasofya, Fatih, Süleymaniye gibi camiler bunları hazırlamaya başlarmış.
Kendisiyle ilgili makalelerde "son mahya ustası" olarak tanıtılsa da Sultanahmet Camii'nin 1970'lerdeki baş müezzinlerinden Ali Ceyhan beyefendinin talebeleri halihazırda ulu camilerde mahya kurmaya devam etmektedir. Bir gazeteye verdiği mülakatta Ali Ceyhan şöyle diyor: "Mahya kurmak zannedildiği kadar basit ve sade bir iş değildir. Kendine göre incelikleri, müşkülleri ve sanatı vardır. Bir Ramazan içinde yazılan mahyalar için bir senelik hazırlık yapmak lazımdır. Bir aylık mahya için dört beş yüz kandile ihtiyaç vardır. Bu kandillerin hazırlanması, bağlanması, fitillerin yapılması aylarca iş ister. Mahya kandillerinde kullanılan fitiller dere kenarındaki sazlardan yapılır. Bu sazlar alınır, kurutulur, sonra kıl gibi ince elyafa ayrılır. Bu elyaf pamuklara sarılır. Bir Ramazan'da on bin fitile ihtiyaç vardır. Günde üç yüz fitilden fazla yapmak mümkün değildir. Sonra ipleri hazırlamak, kandillerin kutularını tamir ettirmek ayrı bir iştir. Hülasa Ramazan ayında otuz gün yazılan yazı için bir sene çalışmak ve hazırlanmak lazımdır" diye tane tane anlatıyor.
Tabii günümüzde her şey daha hızlı ve yapay olarak işlerlik kazandığı için ve sabırsız bir toplum olduğumuzdandır herhalde... Mahyalar artık ampul kullanılarak yapılıyor. Tabii asla kandilin o esrarengiz inci renkli havasını veremez hiçbir ampul... Bugünkü mahyalarda düz yazılar, hadisler veya tebrikler yer alıyor. Oysa geleneksel mahyacılıkta, adeta bir gökyüzü sinemasını andıran motifler kullanılırmış; gül, karanfil, manolya, fıskiye, Galata Köprüsü, Kız Kulesi, Bayrak, vapur veya ulu camilerin silüeti birer nakış gibi ince ince işlenirmiş mahyalara.
Mahya bir gökyüzü sanatı!
Bir mahyacı olsaydım göğe; 'Şefaat Ya Resulullah!'' yazardım...