Son günlerde en çok duyduğumuz ifade "dirençli kent". Siyasetin gündeminde olması ve vaatlere konu edilmesi ile daha sık duyduğumuz bu kavram yaşanan 6 Şubat depremleri ile özdeş biçimde anlaşılıyor ancak kavram daha geniş bir sahayı ve teknik alt yapıyı ihata ediyor aslında...
Dirençli kentler, fiziki, çevresel, sosyal ve ekonomik yönden, kentlerin karşılaşabileceği her türlü tehlike, tehdit ve olumsuz durumlara karşı kentin dinamiklerinin hazırlıklı ve koordineli olması sayesinde etkin mücadele kabiliyetine sahip olan kentlerdir.
Dirençli bir kent, doğru öngörüler üzerine planlamasını yapar. Zayıf ve güçlü yönlerini bilir. Sorunlarına yabancı olmadığı için çözüme dair daima bir yol haritası vardır.
Yani dirençli kent, krize kolay kolay girmez ama girse de çıkmasını bilir...
Dirençli kenti oluşturmak multidisipliner bir çalışma gerektirir. Teknik yönü ağır basan bu durumu tahkim etmek ancak hukuki düzenlemeler ile mümkündür.
Anayasa; merkezi ve yerel otoritelere başta nüfus olmak üzere bağlı ve bağımsız diğer faktörleri gözeterek planlama yapma ödevi ve yetkisi vermekte... Sorunları görmezden gelmek veya yüzeysel bakmak ve hatta bir sorun yokmuş gibi davranmak şehirleri kırılgan hale getiriyor...
Şehirlerin büyümesi ve gelişmesi birçok fırsatı ve riski aynı anda doğuruyor. Göç ve konut sorunu, çalışma hayatı problemleri, kent kırım, kültür varlıklarının zarar görmesi, yurttaşlık bilincinin geliştirilmesi, kent diplomasisi vb. kavramlar aslında dirençli kent meselesinin bileşenleri, tamamlayıcı öğeleri...
"İmar" dediğimiz olgu sadece "inşaat yapmaktan" ibaret değildir. İnşaat, imar meselesinin son halkasıdır. Öngörüleri sağlam ve gerçek verilere dayanmayan, bilimsel olmayan, salt siyasi ve ideolojik faktörler üzerinden kurgulanmış şehirler her zaman kriz üretir.
Her şehrin toplumsal dinamikleri, algılama biçimi, yatırımlara bakış açısı, üretim türü, coğrafyası farklı... Merkezi yönetimin planlama yaparken verileri yerelden alması ve ona göre sürece girişmesi beklenir. Bu ilişkinin yerelden gelen ve "basma kalıp" "kes/yapıştır" olarak yazılan; "misyon, vizyon, ilkeler", "stratejik plan" "çalışma programları" ile hayata geçmesi beklenemez.
Merkezi idare ile iş birliğini zorunlu kılan adımlarda bile bundan kaçan yaklaşımları, riskli alan ilan edilen yerlere belediyeler eliyle açtırılan iptal davalarını, kriz anında bile çözüme değil "çözümsüzlüğe odaklanan" anlayışın sonuçlarını hep birlikte gördük.
Şehirleri bir kriz yumağına dönüştürmekten öteye geçmiyor bu yaklaşımlar. Kriz, başladığı yerden çözülür. Burada yapılması gereken ilk iş "dirençli kenti kim inşa edebilir?" diye sorup buna göre tercihte bulunmaktır... Ama bu da yetmez. Birtakım düzenlemeleri konuşmak ve tartışmak da gerekli...
Bu bağlamda hukuki açıdan dirençli kent meselesini tahkim edecek birkaç somut öneri sunmak isterim:
[1]Parsel bazlı imar düzenlemesinin kaldırılması ya da zor şartlara bağlanması gerekiyor. Örneğin plan yapma için basit çoğunluk yeterli olabilecekken plan değişikliği için belediye meclislerinde nitelikli çoğunluk şartı getirilebilir.
[2]İmar yasağı bölgelerinin arttırılması ve buralara yapı yapılmasının, yapılanların yıkılmamasının suç kapsamına alınması gerekmektedir. Belediye meclislerine de belirli şartlarda imar yasağı alanları ilan etmek yetkisi verilmelidir.
[3]Planlamaya gerçekten katılımcılık odağında bakılması için tedbirler alınması şattır. Örneğin kent konseyinden görüş sorma, imar komisyonuna sivil toplumdan üye alma gibi yollar vb.
[4]Uzun vadeli planlamayı yapamayan teknik ve siyasi ekibin sebep olduğu zararlar da Sayıştay denetimine tabi olmalı, bu kimselerin planlama hataları ifşa edilebilmelidir.
[5]Ve nihayet getirilen yeni büyükşehir modelinin getirdiği ve tüm ilin idari sınırlarını kapsayan yönetim ölçeğini gözden geçirilmek gerekiyor. Bu yapının planlama ve koordinasyon özelliğini öne çıkarmak daha pratik sonuçlar verecektir.