Ankara’yı kana bulayan patlama olduğunda Meclis Genel Kurulu çalışma halindeydi.. 28 asker/sivil vatandaşımızın ölümüne, 61 vatandaşımızın yaralanmasına yol açan katliam Türkiye’yi yasa ve acıya boğdu.
Meclis’ten birkaç yüz metre uzakta gerçekleşen bu alçakça saldırının hedefinde bu defa, askeri/sivil personel taşıyan servis araçları vardı.
Perşembe akşamı, Numune hastanesinde yatan yaralıları milletvekili arkadaşlarla ziyaret ettik. Yaralı askerlerden Sivaslı Mustafa, olayın şokunu yaşıyor gibiydi. Mustafa’nın patlama anında, içinde bulunduğu servis aracından sağ kurtulan tek kişi olduğu söyleniyordu. Bir mucize, takdiri ilahi, henüz 20’li yaşlarında olan bu gencimizi annesine babasına bağışlamıştı..
***
Bu şiddetli patlamanın bir katliam habercisi olduğu anlaşıldığında, meclis kısa bir kararsızlık anından sonra oturumu yöneten Sayın Akif Hamzaçebi’nin takdire şayan kararıyla, çalışmalarına devam etme kararı aldı.
Türkiye’yi yasa ve acıya boğan katliamın yaşandığı o akşam vakti, İnsan Hakları Komisyonu, bir başka salonda neyi tartışıyordu biliyor musunuz?
İnsan Hakları ve Eşitlik Kurulu yasa tasarısını..
Bu komisyon üyelerinden biri de benim. Bizim komisyonunun üyeleri, milletvekili arkadaşlarımız da, yaralıların ve şehitlerin cesetlerini taşıyan ambulansların siren seslerini duymazlıktan gelerek, acılarını içlerine hapsederek, her türlü ayrımcılığa karşı toplumu koruyacak, dili, dini, inancı ne olursa olsun bütün vatandaşlar arasında eşitliği sağlayacak bir yasayı daha mükemmel kılmak için kendi aralarında tartışıyor ve mesai yapıyordu.
Dünyada acaba hangi ya da kaç ülkede demokrasinin ve eşitliğin tarihi, katliam ortamlarında yazıldı ve inşa edildi hiç düşündünüz mü?
Aynı gecede, yanı başında masum insanlara karşı bir katliam gerçekleşirken, o katliamın yaşandığı alandan sadece bir kaç yüz metre uzakta bulunan parlamentoda, insan hakları ve eşitliği geliştirmek ve ayrımcılıkla mücadele için, katliamcılara inat çalışmaya devam diyecek kaç parlamento var bu dünyada?
***
Hayatım boyunca çok şey gördüm, çok şey yaşadım. Kitaplar, makaleler yazdım, herhalde bu ülkede en çok konuşanlardan biriyim. Yaşım epey ilerledi. Ölüm beni korkutmuyor. Ama yaşadıklarımı, tanıklıklarımı biraz daha anlatmak için olsa gerek, içimde kışkırtıcı bir yaşam arzusunun fokur fokur kaynadığını da itiraf etmem gerekir.
İşte o kışkırtıcı arzuyu harekete geçiren bir akşam vakti yaşanıyordu Ankara’da..
Bir katliama tanıklık ve o tanıklığı bir meclis çatısı altında yaşamak, daha ilk dakikalardan başlayarak unutulmayacak bir hafızanın inşası gibiydi.
İçinizin bir anda bu unutulmaz geceyi başkalarına anlatarak ve yazarak paylaşmak arzusuyla dolduğunu hissediyorsunuz birden..
Bu yazı belki de bu hissiyatın dile gelişi veya bir ifadesidir.
***
Katillere, korkaklara inat hayatı savunmak, asıl olan hayattır demek, masum insanların kanını döken katillere, hayatı durdurmak isteyen korkaklara inat, Türkiye’nin seçilmiş milletvekilleri o gece çalışmayı sürdürdüler.
Gece yarısına doğru, AK PARTİ, CHP ve MHP; HDP altına imza atmadığı için meclis başkanının divanda okuyamadığı bir ortak metne imza attılar. O metinde katliam ve terör kınanıyor ve başsağlığı dilekleri ifade ediliyordu.
Ortak metne imza atan parti gruplarından arkadaşlar sırayla kürsüye çıkıp metni kendi grupları adına okudular. HDP sırasında oturan üç milletvekili dışında, herkes, her parti diğerini alkışladı. Alkışta ortaklığın da ilk kez yaşandığına tanık olduk.
O anda HDP sırasında oturan milletvekillerine bakıyordu herkes. Zor bir durumdu doğrusu. Henüz kimin tarafından işlendiği belli olmayan bir katliam yaşanmış ve parlamentoda grubu olan partiler ilk kez ortak bir metin üzerinde anlaşmıştı.
Biri hariç.
O biri, yani HDP, teröre ve şiddete açıkça karşı çıkmadığı ve çeşitli bahanelerle net bir tavır almadığı, tersine siyasetini şiddete ve teröre tolerans tanıyan bir zemine taşıdığı için kamuoyu vicdanı ve kanaati söz konusu olduğunda, giderek meşruiyet ve siyasi itibar kaybına uğrayan bir partiydi.
O gece tarihi bir fırsat vardı HDP’nin önünde ve bu fırsat bir kaç saat önce, evlerine gitmek için bekleyen insanlara karşı girişilmiş bir katliamın sonucunda doğmuştu.
HDP fırsatı kullansa ve o metne imza atsaydı, Türkiye, bir katliam gecesinin sabahına bambaşka şartlar içinde ve bambaşka umutlarla uyanacaktı. Dört partinin aynı mesajı paylaşmaları, şiddete ve teröre karşı mücadeleyi güçlendirecek ve HDP’nin yeni bir yola girmesinin başlangıcı olacaktı.
Bizi katliamlarla, cinayetlerle yenilgiye uğratabileceğini sananların dışında kalan herkes sanırım böyle olmasını isterdi.
Ama olmadı. HDP inandırıcı olmayan bir takım gerekçelerle imzasını esirgedi ve bir daha kaybetti.
Apansız yaşanan bir katliamın doğurduğu bir ulusal yasa ortak olmadığını, istese bile olamayacağını açıkça göstermiş oldu.
Gerçi grup başkanvekili saldırıyı kınadı, başsağlığı diledi ama üç partinin aynı metin ve ortak bir tavır içinde yaptığı kınama, bu ‘bağımsız’ duruşu anlamsız hale getiriyor ve sadece bir usulü yerine getirmeden ibaret bir tavır haline sokuyordu..
Öte yandan, HDP’nin imzasını o metinden esirgemesini hayırlı bir gelişme olarak okumak da mümkün aslında.
Hiç değilse, bu ülkeyi şiddet ve terörden korumak için oluşacak ve inşa edilecek toplumsal ve siyasal blok içinde, HDP’nin kendine bir yer aramak istemediğini de açık bir biçimde ve bir katliam acısının yarattığı siyasi bir atmosferde öğrenmiş olduk. Bu kaçıncı tecrübe diyeceksiniz ama sonuncusu hafızalardan silinecek gibi değil bence.
Meclis’in bir adım ötesinde bir katliam yaşanıyor ve Meclis’te bulunan üç parti, ortak bir metin hazırlayıp terörü ve katliamı kınıyor ama HDP bu metne imza atmıyor.
Atsaydı, sabaha bu imzanın hesabını PKK’ya vermek zorunda kalırdı bunu biliyoruz lakin her yeni tutumun bir bedeli olur tabi.. Ama imza atmadığı için de halka verecek bir hesabın daha sahibi oldu HDP.
Sonuç yine de hayırlı olmuştur.
Şapka düşüp kel iyice göründüğü için.