*BEDELİNİ ÖDEYEMİYECEĞİN SÖZÜ SÖYLEMİYECEKSİN!
Söz söyleyecek olan, onun bedelini ödemeyi göze almalıdır ve bedelinin ödenmesi göze alınamayacak sözü söylemek sadece akılsızlık ve korkaklık değil, bazan fitnecilik ve ahlâksızlık da olabilir. Hele de, ortalığa bir laf atıp kendisini gizlemek, korkaklarla , ajanların ve fitnecilikten medet umanların işidir. Bu açıdan, son çıkarılan kanun düzenlemelerini, yetersiz de olsa, evet diyerek alkışlamak lâzım.. Öyle, isteyen, istediğine kendisini gizleyip hakaret edemeyecek ve ederse, bu paylaşımların hangi elektronik iletişim kanallarından çıktığı belirlenecek ve hakkında kanunî işlem yapılabilecektir.
Bu vesileyle hatırlatalım, sosyal medya denilen ve genel olarak bir lağım çukurunu andıran alanda bir de saçma-sapan laflar, hayatta olmayan ve ünlü isimlere nisbet olunan sözler o kadar gelişi-güzel yazılmakta ki, insana ‘Yuhh..’ dedirttiriyor.
Söz gelimi, bir basit dörtlük veya bir herhangi bir söz yazılıyor; altına, M. Âkif, Necîb Fâzıl veya Yûnus Emre veya hattâ İslâm tarihinin ilk dönemindeki nice büyük isimler yazılıyor, bu sözleri onlar söylemiş gibi.. Halbuki, hele de şairlere nisbet olunan sözlerin kesinlikle onlara aid olmadığı hemen anlaşılabiliyor.
Ama, yazılan o cümleler, başkaları tarafından da paylaşılıyor, yüzlere-binlere aktarılıyor. Ve, o sözün değerine değil, söylediği iddia olunan kişinin saygınlığına göre itibar görüyor . O isnadlar yanlış veya yalan olsa bile, engellenmesi pratik olarak çok zor..
*BEDELİNİ ÖDEYEMİYECEĞİN SÖZÜ SÖYLEMİYECEKSİN!
Evet, bu gerekli.. Ama, bu vesileyle, şu husus da hatırlanmalıdır ki, kamuda, hele de diğerlerine göre daha itibarlı sayılan bazı kurum ve makamlarda bulunanlar da söz ve tavırlarını günlük tartışmaların konusu olmayacak şekilde daha itinalı yapmalı değil midirler?
****İDÂM CEZASINA KARŞI OLUNACAKSA, BU İSE ÖNCE KAATİLLER BAŞLAMALI..
Son günlerde daha bir tartışılıyor, idâm cezası..
İdâm’a karşı olanların bir takım gerekçeleri varsa da, en itibar olunacak gerekçe şudur: ‘Ya, yargı, hükmünde hata ettiyse!’
Evet, bu önemli bir nokta.. Ama, yargı da buna göre, çok titiz olmak zorundadır, ceza verirken.. Çünkü, ‘idâm’, geri dönüşü olmayan ve sonra yapılacak bir affın mânâsının bulunmadığı bir ceza..
***İdâm, yok etmek demektir, kelime mânâsı itibariyle.. Hukukî terim olarak ise, idâm, bir kanun sisteminde, yargı hükmü gereği olarak kişinin öldürülmesidir.
Ama, idâm cezası olmasın deniliyorsa.. Bu işe önce kaatilerin başlaması gerekir.
Kur’an’da, 2/ 179’da, ‘Ey akıl sahibleri, kısasta sizin için hayat vardır.’ buyrulur.
Kasden öldürmelerde, kısas uygulanması İslâm’ın emridir. Başka sistemler her ne derse desin, bizim kesin doğru olduğuna inandığımız dinimizin gereği budur.
Gerçi, idâm hükmü verildiğinde, öldürülenin geride kalan ve ‘hakk-ı dem/ kan hakkı’ sahibi olanların, kaatili affetmek yetkisi de vardır ve bu durum, Kur’an’ın da tavsiyesidir. Ki, birçok Müslüman coğrafyalarında, idâm cezası infaz olunmadan önce, maktulün yakınlarına, kaatili affetme yetkilerinin bulunduğu ve bunun Kur’an’ın da tavsiyesi olduğu son bir kez daha hatırlatılır ve eğer böyle bir aff yetkisi kullanılmazsa, kişi idâm olunur. Nitekim, boğazına ip geçirilen kişinin son anda bağışlandığına dair pek çok örnek de yaşanmaktadır.
Bu noktaları hatırladıktan sonra.. Hele de, hasmını canavarca duygu ve usullerle öldürenler ve hele de küçük çocukları öldürenlere yaşama hakkı tanınmasını istemek kişiyi o alçakların ve canavar ruhlu kimselerin yanına iter.
Böyleyken.. Değerlerimiz konusundaki hassasiyetleri bilinen bazı kalem erbabının, ‘Aman, idâm geri gelmesin, bunu ileride Müslümanların aleyhinde kullanırlar..’ diye itiraz geliştirmeye çalışmalarını anlamak zor..
Müslümanlar düşmanlarının lûtfuyla yaşamayı kendilerine zül sayarlar..
****ASIL SÖZ SÖYLEYEBİLECEK DURUMDA OLAN ULEMÂ NİYE SUSAR?
Başka inanç sistemlerine dair akıl dışı izah ve yaklaşımlar bizi pek ilgilendirmez. Onlara, ‘Sizin dininiz size, benimki de bana..’ meâlindeki, ‘Lekum dinikum veliyedîn..’ âyetiyle karşılık verir, geçeriz.
Ama, içimizden çıkan bazılarına ne diyeceğiz?
Almanya’dan Cengiz Hoca paylaştığı bir örnekle bunu ortaya koymuş..
Bu arkadaşımız, F. Gülen’in ‘Prizma’ isimli kitabının 1997 tarihli basımından, sh. 205’den, ‘Allah’ın lütfu sayesinde başta Efendimiz (Hz. Muhammed) olmak üzere, bir çok sahabe , evliyâ ve mukarrabinle görüştüm..’ cümlesini aktarmış..
Bu gibi halüsinasyon ve sayıklamalara nice ulemâmız sustu o zaman.. Ki, Almanya’da bazı hocalara bu gibi saçma lafları hatırlattığımız zaman, ‘O hocanın büyük hizmetleri var, o hizmetlerin hatırına , bunu büyütmemek lâzım..’ demişlerdi. Halbuki, o kişinin daha böyle ‘inci’leri vardı.
Baştan bozuk olan, zamanla düzelmez.. O kişi bu gibi saçmalıklardan sonra, gele gele, sonunda ‘Kâinat İmamlığı’na yükseltmişti kendisini ve etrafına da nice ülkelerin ve o ülkelerde de vilayetlerin ya da filanca güçlerin, kurumların, mesleklerin ‘imamlığı’ makamını vermeye başlamıştı.
15 Temmuz 2016 Darbe Hıyaneti’ne de böyle gelmiştik..
***
Cengiz Hoca, ‘Özlü Sözler’ isimli bir kitabın 84. sahifesinde yazılan şu cümleye de dikkat çekmekte (imlâ tarzıyla aynen aktarıyorum) : ‘Ruhul furkan Tefsirini yazmayı bize Resulullah emretti. Bu tefsirde yazılanların her biri Peygambere arz edilmiş ve onun onayıyla yazılmıştır.’
Bu cümlenin, önceki örnekte sözkonusu edilenden ne farkı var?
İnsana, ister istemez, ‘İslâm bu değil ve olamaz!’ dedirttirmiyor mu Allah aşkına? Bu lafı eden ve ileri yaşlılık sebebiyle yıllardır konuşamayan kişinin yanında bulunan ve ağzı bol laf yapan bir kişi ise, bir arabça metni cemaatine, ‘Hadis-i Nebevî’ diye okuyup, sonra da, ‘Bunu hadis kitablarında bulamazsınız, bunu ehlullah ve evliyaullah Âlem-i Mânâ’da alırlar Resulullah’dan..’ dediği halde, bu konuda söz söylemesi gerekenlerden kaç kişi, ‘Sus be adam, saçmalama! İslâm gibi bir din, öyle iddialar üzerine nasıl kurulur?’ dedi?
Haydi, önceki örnek, sonra, Pensilvania Şeyhi olarak çıktı karşımıza..
Ya beriki?
Öyleyse, İslam’a karşı yapılan bu gibi bühtanlara karşısına ilk konuşması gereken itibarlı ulemâ niye susar?
***