Bugün sözüm ona Sevgililer Günü.
Ama bana sorarsanız, sevgiyi alet edip tüketimi pompalama, alış verişi patlatma günü.
Yılın 364 günü sevgisiz yaşa; sonra yılın bir günü sevgiyi hatırla.
Onu da dostlar alış veriş de görsün misali kutla.
Bu durumu değiştirmek için acaba ne yapsak?
Tüketimi, alış verişi böylesine sevenler için, sadece sevgi alış verişinin yapıldığı Alış Veriş Merkezleri mi kursak?
Ya da sevgi seferberliği mi başlatsak?
Adı sevgi seferberliği olmasa da vicdan seferberliği başlattım.
İnsanları birbirlerine karşı duyarlı, vicdanlı olmaya çağırdım.
Beni tanıyanların bildiği gibi, gençliğimden beri hastanelerde acılar içinde kıvranan, üstelik de kimi kimsesi olmayan insanlara sevgi götürmeye giderim.
Onlara moral verir; gönüllü hasta bakıcı olarak hizmet ederim.
Kazaların, yangınların sonucu oluşan ağır kırıklar, ağır yanıklar nedeniyle tarifsiz acılar çeken, üstelik de kimi kimsesi olmayan çok sayıda insan var.
Yine ağır hastalıklar nedeniyle yatağa mahkûm olmuş, üstelik de kimi kimsesi olmayan çok sayıda insan var.
Bunlar bakıma, ilgiye, sevgiye muhtaçlar.
Bunlara bakım, ilgi, sevgi sunacak insanlara ihtiyaç var.
İşte başlattığım Vicdan Hareketi ile bu konudaki bireysel çabalarımı kitlesel hale getirmek istiyorum.
Başlattığım Vicdan Hareketi’ni duyanlardan çok yoğun da takdir mesajları alıyorum.
Ancak bu takdir mesajlarındaki “Sizin insanlara hizmetlerinizi çok takdir ediyoruz; keşke vakit bulsak da biz de bu hizmetlere katılsak” bölümüne fena halde kızıyorum.
Çünkü ben takdir edilmeyi değil, çaresiz, kimsesiz insanlara hizmet edilmesini istiyorum.
Her şeye vakit buluyorsunuz da çaresiz, kimsesiz insanlara hizmet etmeye azıcık bile olsa zaman bulamıyorsunuz, öyle mi?
Vakit geçirmek, alış veriş yapmak için AVM’lere koşuyorsunuz da iş çaresiz, kimsesiz insanlara hizmet etmeye gelince duruyorsunuz, öyle mi?
Kimse şu anki sağlığına, gücüne, durumuna güvenmemelidir.
Herkes her an her şeyini yitirebilir.
Çok sağlıklıyken çok sağlıksız, çok güçlüyken çok güçsüz duruma düşebilir.
Ailesinin tüm fertlerini peş peşe kaybedip hayatta kimsesiz kalabilir.
Osmanlı Sarayı’nda Padişah Abdülhamid Han’ın kucağında el bebek gül bebek büyüyüp de Darülaceze denilen düşkünler yurdunda ölen Saniye Aksel’in durumu herkes için ibretliktir.
Bir Darülaceze ziyaretimde tanımıştım kendisini.
Bana “Saray’da doğdum; Darülaceze’de öleceğim” demişti.
Bu herkes için ibretlik bir durum değil mi?
Bir başka örnek de hepinizin tanıdığı ünlü tiyatrocu, sunucu Kenan Işık.
Başına o felaket gelmeden bir süre önce, kendisi ve eşi Beril’in de bulunduğu dost grubumuzla, Bodrum’da birkaç gün tatil yapmıştık.
Ünlüydü, güçlüydü, hali vakti yerindeydi.
Sonra ayağı kayıp düşerek başını çarptığı o kazayı geçirdi.
Düşüş o düşüş; yatağa mahkûm bir hayat sürmekte şimdi.
Sağlık timsali ünlü sporcuların da geçirdikleri bir kaza, bir hastalık sonucu ömür boyu yatağa mahkûm olduklarını görmedik mi?
Gelin bunlardan ibret alalım.
Gelin yılın bir gününü değil, her gününü sevgi, vicdan günü yapalım.
Gelin yılın her gününü, sevgi alış verişinin yapıldığı günler yapalım!