Ben bir Amerikalı değilim.
Bu yüzden dünya hakkındaki haberleri, onların anlattığı gibi işitmiyorum. Hele benim yaşadığım coğrafya ile ilgili ise, benim dillerim, benim aminlerim, kızıldan yeşile benim renklerimse söylemlere ve istatistiklere nesne edilenler... Masa başından okudukları bombardımanlı, ateşli, yangınlı analizler.. Hayır, ben, bir Amerikalı, hiç değilim.
Bir amerikan medya üssünden haberler geçemem size. Ben kendi içime bakarım evvela, eteklerimi kimlerin gözyaşları ıslatmış? ‘’Baba bugün dağlar yeşil boyandı, kim yandı, kim uyandı’’ diye yankılanan yanık bir ses, yeminler yeminler üstüne.. Topraktaki kan, henüz sıcaksa, tanırım, bendendir, buralıdır, sızlamış, lime lime kesilmiş ve doğranmış, aminler aminler üstüne.. Buradan simsiyah bir nefret fırtınası geçmiş, lanetler lanetler üstüne.. Hicret yollarına çıkmış, çoluk çocuk, dede, nine, kemikler kemikler üstüne...
Filistin’di, Irak’tı, Suriye’ydi, Yemen’di.. Baas rejimiydi, Saddam Rejimiydi, İslam devrimiydi, Arap Baharı’ydı.. Bütün kemikler kırıldı, bütün ruhlar göklere uçtu. Geldik dayandık, diş gıcırtılarının önüne. İslam kardeşliği, ahir zamanın büyük ve son şöleninde, sofraya konulmuş zavallı bir ikramdı, yendi, bitti, kurtulduk.. Kimin sofrasıydı bu oysa? Hz.İbrahim ve oğullarının sofrası değil miydi.. Neydi biten, neydi havaya karışan.. İslam kardeşliği nereye gitti?
Melekleri ağlatan bozgunculuk bu muydu yoksa? Irk kavgası, mezhep kavgası, meşrep kavgası, bana benzemeyen ölsün kavgası. Gözünü dünya ve toprak krallığına dikmiş, din postuna bürünmüş bezirganların kan deryasına dönüştürdüğü bir toplumuz artık. Bize İslam Alemi mi diyecekler? Demesinler. Siyah ve ağır bir yıkıntının altındayız. Üstelik öfkeli diş gıcırtıları tam ensemizde...
Muhammed İkbal içi kan ağlayarak bunun için mi söylemişti, ‘’Kaçın bu Müslümanlardan, koşun ve sığının İslam’a’’ derken.. ‘’Bugün İslam’a yapabileceğimiz en iyi tahkim, onun mümessili olmadığımızı söylemektir’’ diye niçin feryad etmişti? Yoksulluğu, kötü idareyi, yolsuzlukları, adaletsizlikleri, eşitsizlikleri niçin aşamıyoruz, paylaşımı, dayanışmayı, insan onurunu, hürriyeti, saygıyı, bilgiyi, hizmeti niçin çoğaltamıyoruz diye kafa patlatan düşünürlerdendi İkbal.
Batı’nın ortasında, çağdaş insani değerlerin henüz öğlen vaktinde, tüm Avrupa’nın gözleri önünde adeta safari faciasına uğratılan Bosna’nın Bilge Kumandanı Aliya İzzet Begoviç de haykırıyordu tüm o zor ölüm kalım şartları altından. ‘’Yeryüzünde iyi, güzel ve doğru olan ne varsa, onun adı İslam’dır’’ diye. Bu cümledeki ironi, İslamı güzel, iyi ve doğru ile özdeş eylerken, günümüzdeki tezatlara da sert bir tokat atıyordu aslında..
Güzel mi bizim halimiz, doğru mu, iyi mi, hangisi? Niçin biz, birbirinden nefret eden bir toplumlarız, İslam alemi olarak? Niçin mezhepler savaşırken, önce birbirlerinin karılarına ve kızlarına göz dikiyorlar, nasıl bir arsızlık ve açgözlülük bu, nasıl bir fütursuzluk, yuh olsun.. Niçin mezhepler savaşırken hayvanların bile aklına gelmeyen en adi işkenceleri helal görüyorlar birbirlerine.
ALLAH AŞKINA BU MU DİN?
Sakın bu demeyin! Utanç içindeyiz.. Bıktık, intikamlarınızdan, pusularınızdan, hilelerinizden, desiselerinizden. Gözünüzü toprak doyursun. Bütün dünyayı baştan başa gezin de kendinizden başkasına rastlamayın.
Yahu.. Meleklerin kanatları bitti yanmaktan.
Güya koskoca adamlar, alimler, komutanlar, doyamadılar vahşete, ateşe, şehvete...