Türkiye son bir haftada bir dizi ünlü mahpusun salıverilmesine şahit oldu. Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, gazeteci Tuncay Özkan ya da avukat Kemal Kerinçsiz, ilk akla gelenler.
Ben, subay ve gazetecilerin tahliyesine sevindim, tescilli katillerin tahliyesine ise üzüldüm. Bu ikinci grupta en rahatsız edici olan, korkunç Malatya katliamının failleridir. Dileğim, kayıplara karışmalarına izin verilmeden hak ettikleri cezayı çekmeleridir.
Bu karmaşayı üreten problemin ne olduğu da açıktır: Tutukluluk süresini 5 yıl ile sınırlayan yeni yasa, çok doğru bir adım olsa da, alelacele çıkarıldığı için, taammüden cinayetle suçlanan sanıklara istisna getirme gibi bir nüanstan yoksundur. Bu da öngörülmemiş tahliyelere yol açmıştır.
Tabii, yargı açısından da, söz konusu davaların bunca yıldır bitirilememiş olması bir ayıptır.
Bu şerhten sonra gelelim subay ve gazetecilerin, örneğin İlker Başbuğ ve Tuncay Özkan’ın salıverilmesine niçin sevindiğime.
Arşivden notlar
Sevindim, çünkü Ergenekon ve Balyoz gibi darbe davalarında akla karanın karıştığına, kurunun yanında yaşın da yandığına kaniyim. Bunu sadece son 1-2 yılda, hatta son 1-2 ayda fark edenlerin aksine, yıllardır söylüyorum.
Ergenekon davasının bir cadı avı, bir McCarthycilik havasına büründüğünü bu sütunda ve diğer mecralarda defalarca yazdım. Bir zamanlar “demokrat camia”nın nefret objesi haline gelen gazeteci Gareth Jenkins’in ve benzeri seslerin eleştirilerini ciddiye aldım.
Balyoz davasında Dani Rodrik ve Pınar Doğan’ın ortaya koyduğu çelişkilerin göz ardı edilemeyeceğini, dahası sadece emir gereği sempozyuma katılanların mahkum edilemeyeceğini yine bu sütunda vurguladım.
Dahası, o sıralar gündeme hakim olan öcüleştirici dile, “Ergenekon”u memleketteki her melaneti planlayan bir “ihanet çetesi” sayan düşünceye de muhalefet ettim. Bu sütunda aynen şöyle dedim:
“Türkiye’deki farklı siyasi çizgilerin hiçbiri ‘vatan haini’ değildir. Sadece vatanın selametini farklı yerlerde görmektedirler. Bu açıdan ben bana en uzak siyasi figürlerin, hatta Ergenekoncuların ve darbecilerin dahi vatanseverliğinden kuşku duymuyorum.” (“Hiç Kimse Vatan Haini Değildir,” Star, 16 Aralık 2009)
Zihniyet sorunu
Bugünlerde “aaa, evet, o zamanlar hata etmişiz, faydalı aptallık yapmışız” diyenler var.
Bu, iyi. Ama daha önemlisi, geçmişte yapılan hatayı yaptıran zihniyet sorununu görmek ve asıl bu zihniyeti değiştirmeye çalışmak. Yoksa, bir kampanyanın askeri olmayı bırakıp, bir başka kampanyanın askeri olabilirsiniz. Hayat böyle gelip geçer.
Benim Ergenekon avcılığı döneminde gördüğüm temel zihniyet sorunu, iki yönlü idi.
Birincisi, komplocu düşünceydi. Bu, ülkedeki sorunların sosyal sebeplerini anlamıyor, o yüzden her kötülüğün arkasında şeytani bir “mihrak” arıyordu. Alevi-Sünni gerilimi mi çıkmıştı bir yerde? Mutlaka bu işin fitilini kasten ateşleyip kenarda ellerini sinsice ovuşturan hainler olmalıydı.
İkinci sorun, hukukun “haklı dava” için araçsallaştırılmasıydı. Kritik bir “demokrasi mücadelesi” vardı, Türkiye’nin “temizlenmesi” gerekiyordu; yargı elbette bu işin aracı olacaktı.
Tam da hukuku “çağdaşlaşma mücadelesi”nin aracı olarak kurgulayan Kemalizm gibi...
Bu zihniyetin geçmişte yol açtığı mağduriyetlerin bugün kısmen de olsa tamir edilmesi elbette sevindiricidir. Ama aynı zihniyet, bu sefer de yeni “iç düşman”lara karşı mobilize olursa, yeni vehametlerin oluşması kaçınılmazdır.
Tuncay Özkan, hapishane çıkışında, “bu bir devrin sonu” demiş. Dilerim öyledir. Ama aynı uzun devrin farklı versiyonlarını yaşıyor olmamız da mümkün ki, beni korkutan da o.