Uzun zamandır verdiğim bir dersin içeriğini değiştirip Türkiye dış politikasının üç kozunu ve üç sorununu inceler hale getirdim. İki yıldır dördüncü sınıftaki öğrencilerimle birlikte Türkiye’nin coğrafi önemine, dış politika vizyonuna, dünya siyasetinin gerilim hatlarındaki konumuna bakıp sorunlarıyla karşılaştırıyoruz.
Sorunlar malum: Kıbrıs, Ermeni meselesi ve tabii ki Kürt sorunu. Her sorun da kendi içinde ikiye ayrılıyor. Kıbrıs, hem on yıllardır gündemde olan gerçek soruna tekabül ediyor, hem de AB-Türkiye ilişkilerindeki engele.
Ermeni meselesi, hem Ermenistan ile olan ilişkilere, hem de soykırım iddialarına ve Türkiye’nin bu iddialara verdiği tepkilere, kendisini başkalarının paradigması içine hapsetmesine dayanıyor. Kürt sorunu ise adı üstünde, PKK ve Kürt sorunu demek.
***
Derslerin bazılarını ben anlatıyorum, bazılarının da öğrenciler tarafından anlatılmasını istiyorum. Sınıfta Ermeni varsa Ermeni’den, Kürt varsa Kürt’ten kendi sorunlarını konuşmalarını bekliyorum.
İtiraf etmeliyim ki sunuşlar her zaman çok parlak olmuyor. Ama sorunun muhatabını bulabilirseniz, öğrencileriniz soruna akılları kadar yüreklerini de koyabilirlerse, tartışmalar hepimiz açısından öğretici oluyor.
Ancak o zaman karşı tarafla empati kurabiliyorsunuz, çekilen acılar ancak o zaman istatistiki bilgi olmaktan çıkıyor, ete-kemiğe ve hisse bürünüyor. İşte o zaman uluslararası ilişkiler denen bilim dalı kuru bir strateji ve diplomasi anlatısı olmaktan kurtulup, I. Dünya Savaşı sonrasındaki kuruluş amacına dönüyor, hedefi insanların ölmesini, acı çekmesini önlemek haline geliyor.
İçeriden bakan bir Kürt öğrencinizin anlattıklarından sorunun derinliğini görüyorsunuz. Barış sürecinin zamanlamasının ne kadar talihli olduğunu anlıyorsunuz. Aracılar yerine doğrudan Öcalan ile görüşülmesinin, onun karizmasından ve etkisinden yararlanılmasının faydasını çok daha iyi kavrıyorsunuz.
Kültür Üniversitesi’nde ders verdiğiniz genç insanların olgunluğuyla iftihar ederken, Türkiye’nin geldiği noktayı görmekten gurur duyuyorsunuz. Düşünsenize yakın zamana kadar bu konuların hiçbirini tartışmak bu ülkede mümkün değildi. Soykırım lafını sözde demeden kullanmak neredeyse imkansızdı. En liberallerimiz o kelimeyi tırnak içine alırdı.
Evet, hala çok sorunumuz, uygulamaya koyacak daha çok yargı paketimiz var. İfade özgürlüğümüz tam değil. Ama kabul edelim ki Türkiye giderek daha özgürleşiyor, tartışmaların mantığı bizi tabularımızdan ve korkularımızdan giderek daha çok kurtarıyor. Dersliklerinde bile sorunları gerçek muhatapları konuşuyor. Kürtler kendilerini, duygularını büyük ölçüde ifade edebiliyor.
Kürt sorunu çözülebilirse, Türkler Kürtleri kendileri gibi eşit haklara sahip insanlar olarak görebilirse, çok daha özgürleşeceğiz. PKK tehdit olmaktan çıkacak, Türkiye bölge jeopolitiğini kökünden değiştirecek. Neredeyse bir yüzyıldır stratejik hesapların üstüne dayandığı temel varsayımlardan biri çökecek. Kürtler ile Türkler hasım değil dost olarak görülecek.
***
Türkiye’nin dış politikasının yükü olarak anlattığımız Kürt sorunu böyle giderse yakında kozlarından biri olacak. Türkiye’nin İran, Irak, Suriye ve hatta İsrail ile olan ilişkilerinin biçimi değişecek. Türkiye, siyasetini PKK üstünden kurgulama külfetinden kurtulacak. Sorunun varlığından beslenenler kendilerini içeride de dışarıda da farklı bir şekilde konumlandırmak zorunda kalacak.
Ve bana öyle geliyor ki dışarıdakiler şimdiden kendilerini yeni parametrelere göre konumlandırmaya başladı. Sıra içeridekilere, ülkenin sorunları üstünden siyaset yapanlara geldi. Umarız onlar da çok geç olmadan yeni düzende kendilerine ve partilerine bir yer bulurlar...