Salı günü yurtdışına çıktığım saatlerde deprem oldu. İstanbul Havalimanında o bekleyiş esnasında nedense hissetmedim. Perşembe günkü depremi birkaç dakikalık farkla yurtdışında öğrenme imkanım oldu. 1985-90 yıllarında çıkardığımız Girişim dergisi ekibine ait Whatsapp grubundan sevgili Bekir Tank’ın “Sallandık” haberi üzerine girdiğim haber sitelerinde gerçeği öğrenir öğrenmez İstanbul’da bulunan ailemi aradım.
İstanbul’da olan deprem yurtdışında olan bedenimin sol yanını vurmuştu. Orada sevdiklerimin yaşadığı korkuyu ben yaban ellerde duydum. Yürek sancısı başka bir şey. Hele sevdiklerinden uzaktaysan. Orada, onların yanında olmamanın derin sancısı yüreğinizde bir burguya dönüşürken bir yanda da aradıklarınızı teskin etme mecburiyetini hissetmek tarifsiz bir duygu fırtınası.
O an düşündüm. İçime çekilerek. Hüzün soluyan yüreğimin sesini dinleyerek. Hayat dediğimiz nedir? Ya ölüm? Her şeyin gözünüzde anlamsızlaştığı anlar vardır. Siz bedenen yaşarsınız ama o an ruhen ölmüş gibi hissizleşirsiniz. Adeta donakalırsınız. Yüreğiniz bir yanda hüznün salgıladığı yakıcı sıcaklıkla sarmalanırken öbür yanda buz kesilir. Med-cezir misali gel-gitler yaşarsınız. Her şeyin anlamsızlaştığı o an bir yanıyla da başka bir anlama bürünerek çıkar karşınıza. Yüreğinizle düşünmeye başlarsınız. Meğer ölüm hiçbirimize uzak değilmiş! Hep kendimize en son uğrayacağını düşündüğümüz ölüm meğer en beklemediğimiz bir anda yakamıza yapışabilirmiş!
Düşündüm. Gelecek adına hesap kuranların gerçekte ölümü hiç hesaba katmadıklarını düşündüm. Her an gelebilecek bir ölümü... Hayat dediğin nedir ki! Bir varsın bir yoksun işte. Yokluğun an meselesi. Her an yok olup gidebilirsin. Yerle yeksan olup...
Düşündüm. Ve içimden yüksek sesle haykırdım: Ne vakit öleceğini bilmediğin bir dünyada her an ölebileceğini hesaba katarak hasbi ol ey nefsim! Hakikatı eğip bükme! Şahsi bir gelecek adına kendinden ve inancından taviz verme! Öte dünyada kendileriyle haşrolmayı istemediklerinle zinhar bu dünyada kirli siyasi ittifaklar içine girme! Kendini erişilmez görüp kibirlenme ey nefsim! Bir anda toprak olabilirsin!
Veren Allah, alan Allah! Zenginliğin de, iktidarın da, gücün de, kibrin ve şatafatın da ne zaman geleceği bilinmeyen o bir anlık felakete bağlı işte!
Ölmezsen bile yaşayan bir ölüye dönüşebilirsin!
Servetini ve gücünü kaybetmiş bir biçareye dönüşebilirsin!
Ne oldum deme ey sersem nefsim, ne olacağım de!
Ne oldum delisi olan kibir budalalarıyla ve kendi şahıslarının iktidarı için davasının iktidarına kıyacak kadar gözünü karartmış haris hainlerle sakın hemhal olma!
Elif gibi dik dur!
Ne hain ol, ne de hainlerle ol!
Haine hain demekten sakın kaçınma!
Unutma ki hainlere hain demeyenler, hainlere değil de hainlere hain diyenlere kin kusanlar asıl başka bir hainliğin içindedirler.
Sevdiklerimizi kaybetme korkusu ölümden de betermiş!
15 Temmuz depremine gitti aklım. O depreme direnebildik imanla ve cesaretle. Ve sonuçta o hainleri alt ettik. Ama yerin ve denizin dibinden gelene karşı evimizi tahkim etmekten başka ne yapabiliriz ki! Şimdi evimizi tahkim etme vaktidir!
15 Temmuz hainlerinin evimizin içinden devşirdikleriyle oluşturmak istediği irili-ufaklı siyasi depremlere karşı da 15 Temmuz ruhuyla yüreklice direnme vaktidir!
HAMİŞ
15 Temmuzcu hainlerin tam da isteklerine uygun siyasi depremler oluşturmaya çalışanlar için “hain!” dememiz nedense içimizdeki birilerini çok rahatsız ediyor. “Üslup kirliliği” ve “edep” çağrısında bulunan o birileri bilsinler ki “İçimizdeki hainler!” ve “ümmeti bölüyorsunuz!” lafı, yani “ihanet!” ve “bölücülük!” eleştirisi bizzat Reis’e ait. Hem Reisçi görünmek hem de “üslup kirliliği” üzerinden böyle bir pozisyon almak yeni döneme ait çelişkilerden biri olsa gerek!
Bize karşı her türlü suçlamayı boca edenlerin AK Parti’den ayrılanlar için pek bir saygılı olmaları ise doğrusu çok manidar!