O gün...
Kabataş’ta, kardeşim Z.’nin maruz kaldığı alçaklığı öğrendiğim kasvetli, kederli gün. Bir akşamdı.
Ne yapacağımı bilemedim.
O gün, hayata bakışım değişti.
Evet, biliyordum. İçinde başörtülü kadın olan arabaları yumrukluyordu geziciler.
Camını indiriyorlardı. Sanki herkes mecburdu bunların vandallıklarını, küfürlerini alkışlamaya.
Bir nefret vardı. Saldırgan bir nefret. En çok da başörtüsüne. Bunu görüyordum.
Ama namussuzluğun o derecesi, işittiklerimin, birinci ağızdan dinlediğim sayısız pis hikayenin çok ötesinde bir şeydi.
Böyle bir alçaklığın, kolektif bir bilinçle veya kolektif bir azgınlıkla, bir linç duygusuyla icra edilmesinin hiç bir lügatte karşılığı yoktu.
Hayata bakışım değişti.
‘Böyle bir şey olabiliyorsa, artık her şey olsun, umurumda değil’ dedim.
En kötü şey ne olabilir? İnsanın, ‘aman şu olmasın’ diyeceği, ‘bundan daha kötü’ ne olabilir?
Yok, bundan daha kötüsü. Ve en kötüsü olduysa, o zaman, neyin olmaması için hassasiyet göstermem gerekecek?
Neyin olmaması için müsamaha göstermem, sabretmem gerekecek?
Kaos mu?
Bir grup aşağılık kadın ve erkek, yalnız ve savunmasız bir kadına, yalnız ve savunmasız bir bebeğe, birbirlerini teşvik ederek ve küfrederek saldırabilmişlerse, cinsel, fiziksel, her türlü tacizi yapabilmişlerse, hayatta önlememiz gereken, sakınmamız gereken başka ne kaldı geriye?
‘Kaos?’ Kaos, bundan kötü müdür? Kaos bundan başka bir şey midir? Kaos olunca, işte, bu olacak. Ve daha çok olacak.
‘Bir tane’ ile ‘çok tane’ arasında ne fark var?
O çok tanenin her biri, başka başka Z.’lerin yaşadığı, her biri bir tane olan hadiseler değil midir?
Büyük bir yara aldım. Ruhum yaralandı. Bilincim yaralandı.
Emniyet’ten tanıdığım, itimad ettiğim arkadaşları aradım.
“Bu, hepinizin namusudur, kendi kardeşinize yapılmış gibi” dedim.
Bazı bakanlarla görüştüm. Vali Bey’le görüştüm.
Ve bitti her şey. Bana hiç kimse laf anlatamazdı artık. Yıllar önce, Somali’de, açlıktan ölmüş onlarca çocuğu, kadını, adamı birarada gördüğümde, insanlık hakkında, dünya hakkında, hayatın anlamı hakkında nasıl bir şoka uğradıysam, o akşam yaşadığım, onun bir çeşidiydi..
Ve önceki gün, şu malum görüntüler çıktı piyasaya. Haziran’dan beri, yaz geçti, sonbahar geçti, kış geldi geçiyor, çıkmadı, bulunamadı bir görüntü. Saldırı, mobeselerin aktif olduğu alanın dışında kalmıştı.
Bir tek görüntü elde edilmişti. Z.’nin, iskeleden caddenin karşısına yürümesinin görüntüsü. Başka, olayı aydınlatacak bir gram görüntü bulunamamıştı. Öyle diyordu ulaştığım yetkililer.
Şubat’ın ortasında, kasetlerin, tapelerin, montajların cirit attığı şu ‘paralel hengame’de, kimin cebinden çıktı bu görüntüler?
O görüntüleri icad edenler, saldırı hakkında başka şeyler de biliyor. Hissiyatım böyle.
Baktım görüntülere. Görüntü konuşmuyor. Konuşturuluyor.
Altına, ‘işte, Z.’nin saldırıya uğradığı an’ diye de yazabilirsiniz. Ve görüntü bir noktada kesiliyor. ‘İşlerine gelmeyen yeri kesmişler.’ Böyle düşünebilirsiniz.
İskeleden karşıya geçen kadın Z. Fakat o görüntü zaten eskiden de vardı. Sonrası belirsiz. Ne Z.’si, kendi babanız olsa teşhis edemezsiniz. Bir yeşil, bir kırmızı ok koymuşlar, o kadar.
‘Efendim avukat kabul etti.’
Neyi kabul etti? Bırakın tanık olmadığı bir olayı, kendisi o belirsiz görüntülerin içinde olsa, kendisini tanıyabilir mi avukat?
Hiçbir şeyi değiştirmiyor görüntüler.
Ama hurraaa, üzerine çullanmışlar. Görüntülerin altına istediklerini yazmışlar, okumuşlar.
Biliyoruz. Bunu yaparsınız, kabiliyetiniz var, donanımınız var ve ahlakınız buna müsait.
Önemli olan, hakikatin ne olduğu değil, önemli olan, yalanla elde etmek istediğiniz siyasi avantaj.
Artık öğrendik, size yakışır. Siz, her şeyi yapmaya müsaitsiniz.
Kirli koroya vokal yapan paralel arkadaşlar, size de mi yakışıyor?
Ne yapalım, yakıştırıyorsanız, yakışsın.
Hakikat şu: O adi saldırı oldu. Ve onun benzeri, irili ufaklı sayısız saldırı oldu.
Hakikat şu: O kadar aşağılık bir saldırıydı ki, utancımızdan yazamadık.
Hakikat şu: Siz, Kabataş’ta yaptığınız gibi, şimdi de, bir anneyi ve bebeğini yeniden linç ediyorsunuz.
Biz, sütunlarımızda, gerçeği yazdık.
Şu anda linç etmeye çalıştığınız, Elif Çakır, Balçiçek İlter, Nihal Bengisu Karaca, Halime Gökçe, diğerleri, gördüklerini, işittiklerini, inandıklarını yazdılar.
Z.’nin savcılığa yaptığı suç duyurusunda ne varsa, onu yazdılar. Hatta, hicaplarından, onu bile eksik yazdılar.
Ve şimdi, 9 ay sonra, bu kirli havada icad ettiğiniz görüntüler, bu gerçeği değiştirmiyor.
Sadece... Kötü bir vesileyle, bir kez daha tanışmış olduk.