Genelkurmay Başkanı’nın oğlu cinayet işlerse, ne olur sorusuna yanıt vermek kolay değildir. Elimizde bunun tek bir örneği vardır. 1945 yılına kadar geri gitmek şartıyla; bir cinayetin siyasî boyutlarına göz atabiliriz.
Ankara’da işlenen sıradan bir cinayet, bir süre sonra iktidarın ve Genelkurmay Başkanı’nın da içinde yer alacağı siyasî bir yargılanma sürecine dönüşecektir. Bu açıdan döneme damgasını vuran en önemli gelişmelerden biridir. Dr. Neşet Naci Arzan’ın Ankara’da çalıştığı muayenehanesinde vurularak öldürülmesi, basın ve kamuoyu açısından üzerinde önemle durulacak bir gelişme olarak görüldü. Ancak cinayetin olağanüstü bir yönü olduğunu söylemek de çok güçtü. Çünkü, ilk bakışta böyle olağanüstü bir yön bulmak mümkün değildi.
Cinayet davası
Cinayetin görgü tanıkları, katilin Reşit Mercan olduğunda görüş birliği içindeydiler. Mercan, polise teslim olmuş ve suçunu da itiraf etmişti. Savcılık, Mercan hakkında dava açmıştı. Davanın olağan seyri sırasında; tanıklardan biri, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kâzım Orbay’ın oğlu, aynı zamanda Mercan’ın da İstanbul Robert Kolej’den arkadaşı ve onunla aynı evde yaşayan Haşmet Orbay, nedenini bilmemekle birlikte, Mercan’ın kendisinden bir tabanca istediğini ve kendisinin de bunu temin ettiğini ifadesinde söylemişti. Sonradan bunun doktoru vuran tabanca olduğunu anlamıştı.
Tanıklar da, katilin Mercan olduğunda ifade birliği içindeydiler. Adlî tabipliğin raporunda da, Mercan için olumsuz bir yargıda bulunulmuştu. Mahkeme huzuruna sunulan tüm kanıtlar, Mercan’ın doktoru öldürdüğünü ve katil olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Savcılık, Mercan için ölüm cezası istemişti. Mahkeme, 13 Kasım 1945 tarihinde Mercan’ı yirmi yıl hapis cezasına mahkûm edecek ve ayrıca Orbay da, Mercan’a silâh temin etmekten bir yıl hapis cezasına çarptırılacaktır. Dava bu şekilde sonuçlanmıştı.
Garip dedikodular…
Davanın seyri sırasında olsun, sonuçlanmasından sonra olsun, garip olan durum, kamuoyunda ve basında bazı söylentilerin dolaşıyor olmasıydı ki, bunlar da, en az davanın kendisi kadar ilgi çekmişti. Söylentilere bakılırsa; Ankara valisi Nevzat Tandoğan, savcılık ve Ankara emniyet müdürü, olaydan sonra Reşit Mercan davası ile yakından ve özel olarak ilgilenmişlerdi. Mercan ile özel konuşmalar yapıldığı ve ifadelerin bu şekilde alındığı söyleniyordu. Tanık ifadelerinde de çelişkiler olduğuna dikkat çekiliyordu.
Nitekim, Yargıtay ceza dairesi de, bu iddiaların üzerinde durmuş olmalı ki, kararı esastan bozacaktır. Ayrıca, davayı Ankara ağır ceza mahkemesinden alıp, Bolu ağır ceza mahkemesine devretmişti. Yargıtay’ın kararı ve davanın bir başka kentte ayrı bir mahkemeye devredilmesi, olayın ilginçliğini yitirmediğini, gelişmelerin üzerinde durulması gerektiğini hatırlatıyordu. Nitekim basın ve kamuoyu, yeni yargılama sürecine de yakın ilgi gösterecektir.
Meğer katil o değilmiş…
Dava, 17 Nisan 1946 tarihinde, Bolu ağır ceza mahkemesinde yeniden başladığında, ifadelerin değişmiş olması dikkat çekiciydi. Daha ilk duruşmada, bir önceki mahkemede suçunu itiraf eden ve görgü tanıkları tarafından da teşhis edilmiş olan Mercan, suçunu reddederek, daha önceki ifade ve itiraflarını da kabul etmeyerek; katilin kendisi değil, fakat Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kâzım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay olduğunu söyleyecektir. İddiasına göre; Ankara valisi Nevzat Tandoğan ile Ankara emniyetinden bir polis müdürü ve savcı Kemâl Bora, zamanında kendisine baskıda bulunmuş ve bu şekilde ifade vermeye zorlamıştı.
Söylentilere göre, Tandoğan sanıkla bizzat odasında görüşmüştü; tanıklar da önemli bir kişinin akrabası hakkında aleyhte ifade vermekten çekinmişler ve korkmuşlardı. Yine iddialara göre; savcı olaydan sonra bazı tutanaklar tutmuş; fakat bunlar mahkemeye yansımamıştı. Ancak, dava Bolu’ya taşındıktan sonradır ki, aynı tutanaklar mahkemeye sunulabilmişti. Deliller de kaybolmuştu. Adalet yanıltılmak istenmiş ve Reşit Mercan’ın ailesine önerilerde bulunulmuştu.
Nevzat Tandoğan tanık kürsüsünde
Bolu ağır ceza mahkemesinin davada Tandoğan ile adı geçen polis müdürünün tanık olarak dinlenmesine karar vermesi, gelişmelerin doğrudan sonucuydu. Ama asıl önemli olan gelişme, tek-parti döneminde uzun yıllar Ankara valisi olan Tandoğan’ın siyasî konumunda olan bir kişinin bir cinayet davasına adının karışmış olması ve bunun sonucunda da, mahkemede tanıklık yapmak zorunda kalmasıydı.
Tandoğan, mahkemede, sanık Mercan’ın avukatları tarafından sorulan soruları da yanıtlamak zorunda kalmıştı. Tandoğan, gerçek katili saklamak ve adaleti yanıltmakla suçlanıyordu. Ancak o, katilin Mercan olduğunda ısrarlıydı. Oysa, Bolu ağır ceza mahkemesinde ifâde veren tanıklar, Ankara’da verdikleri ilk ifadelerini reddetmişler ve bu kez katilin Orbay olduğunu ileri sürmüşlerdi. Reşit Mercan, davanın bu ikinci aşamasında, olaydan sonra Tandoğan ile görüştürüldüğünü ve bu görüşmenin Ankara emniyet müdürü Şinasi Turga ile ikinci şube müdürü Naci Uluer’in aracılığı ile gerçekleştiğini söylemişti. Ama bu görüşmede neler konuşulduğu gizli kalıyordu. Savcı Kemâl Bora da bu görüşmede aracılık etmişti ve tanıklar bu görüşmeyi doğruluyordu.
Tandoğan’ın duruşmanın ertesi günü, 9 Nisan’daki, belki de 8 Nisan gecesi intiharı, elbette bu davanın ve muhtemelen bu duruşmanın somut bir sonucuydu. Buna karşılık, başka nedenlerin de var olabileceği söylenti şeklinde duyuluyordu. Mahkeme sonucunda, bu kez Haşmet Orbay mahkûm edilecektir. Mahkeme kararında, “mahiyeti gizlenen sebep ve saik altında” ifadesi, cinayetin gerçek nedeninin bilinmezliğini gösteriyordu. Orbay, önce idama ve daha sonra da değişik indirimlerle on sekiz yıl hapse mahkûm edilirken; Mercan da, on yıl hapse mahkûm edilmişti. Zaten Orbay, duruşmalar sırasında tutuklanmıştı bile. Yargıtay da kararı onaylayacaktır.
GENELKURMAY BAŞKANI’NIN İSTİFASI
Cinayetin gerçek nedeni bugün bile bilinmiyor. Ancak, duruşmaların her aşamasında verilen ifadelerin doğru olmadığını belirtmek gerekir. Orbay’ın cinayet işlemesi için ne gibi bir nedeni olduğu belli değildi. Ayrıca, maktulü tanıdığı da belliydi. Mercan’ın cinayeti niçin önce üstlendiği ve daha sonra bundan vazgeçtiği de belirsiz kalmıştı. Bilinen tek nokta, Mercan’ın olsun, Orbay’ın olsun, cinayetin gerçek nedeni hakkında tek bir kelime bile etmemiş olmalarıdır. Cinayetin gizli bir istihbarat çalışması ile ilgili olması kuvvetle muhtemeldi. Resmî makamların olaya ısrarla müdahale etmeleri ve soruşturmanın yönünü değiştirmek için sarf ettikleri bunca gayret göz önüne alındığında, olayın resmî ve gizli bir yönü olması ihtimali artıyor.
Diğer yandan, resmî makamlar, sadece Orbay’ı korumak için de bu yönde bir müdahalede bulunmuş olabilirler. Ancak, ortada bunca görgü tanığı varken, Orbay’ı gerçekten korumak ve muhtemelen bir anlaşma ve uzlaşma sonucunda, Mercan’ın cinayeti üzerine almasını sağlamak yine de güçtü. Çok sayıda görgü tanığının ifadelerini değiştirmek, Mercan için de, Orbay için de tutarlı bir senaryo hazırlamak ve Mercan’ın ailesini ikna etmek ve susmasını sağlamak kolay değildi ve nitekim mahkeme sırasında bütün bu yapılması gerekenlerin ya eksik yapıldığı ya da hiç yapılamadığı ortaya çıkmıştır.
Davanın değişik aşamalarında ortaya çıkan gelişmeler ise, elbette yeni dönemin özellikleriyle yakından ilgiliydi. Davanın erken aşamasında, yani ilk yargılamanın yapıldığı ve mahkûmiyet kararının verildiği aşamada, yıl henüz 1945 idi ve ülkedeki siyasî atmosfer, yani tek-parti rejimi, mahkemenin sonucunu etkileyebilmişti. Buna karşılık, bu tarihten sonraki siyasî gelişmeler ve basının dava karşısında aldığı tutum, mahkemenin yeniden sorgulanmasına neden olabilmiş ve ilerleyen tarihlerde dava tamamen tersine dönebilmişti. Ayrıca, dava ile ilgili söylentilerin basında yer alabilmesi de, yine ülkedeki siyasî gelişmelerle yakından ilgiliydi. Bu açıdan değerlendirildiğinde, siyasî gelişmelerin boyutları ile davanın gidişatı arasındaki birebir ilişki hemen fark ediliyordu.
Basında, tam da bu aşamada, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kâzım Orbay’ın görevinden ayrılacağına ve Washington Büyükelçiliği’ne atanacağına ilişkin söylentiye dayalı haberler yayınlanıyordu. Yine basına göre, Genelkurmay eski ikinci başkanı ve 1. Ordu Müfettişi Orgeneral Salih Omurtak, Orbay’ın yerine geçecekti. Davanın Bolu’ya aktarılmasından hemen sonra, 30 Temmuz 1946 tarihinde, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Orbay, görevinden ayrılacak ve Askerî Şûra üyeliğine atanacaktır. Orbay’ın yerine Orgeneral Salih Omurtak atanmıştı. Orbay, görevinden ayrılırken, Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na bir mektup yazarak, veda etmişti. Bu mektupta da, görevinden ayrılmasının dava ile ilgisine dikkat çekiliyordu.