Belki on kez başlayıp, sonra çöpe attığım bir yazı konusu. Bakalım bu kez bitirebilecek miyim.
Dört ay önce baba oldum, hatta net bir süre vermem gerekirse tam 125 gün önce.
Kucağımızdaki bir erkek bebekti.
Başkalarının bebeklerini kucaklayıp, biraz sevdikten sonra kustuğunda alelacele annesine vermeye hiç benzemiyordu bu his.
İnsana dair bilgimde büyük bir kopukluk olduğunu hissettim.
Hani , “kendimi bildim bileli” derken kesip attığımız bir dönem var ya, işte o dönem…
“Kendimi bildim bileli” derken bebeklikten sonrasını kastediyor olsak da, insanın oluşumunun ve kendini tamamlayışının büyük bir kısmını doğumundan sonraki iki yılda tamamlıyormuş örneğin.
Peki bugüne kadar oğlumdan neler öğrendim?
1.Özgüveni bir bebekten öğrendim. Hem de bizim zannettiğimiz gibi ego ile, kompleks ile dolu bir özgüven değil, taptaze, dupduru bir özgüven ile. Kucağında olduğu kişinin burnunu avuçlamak normaldir, çünkü öğrenilmiş tabuları yoktur bebeklerin. Şunu yapma yanlış anlarlar, bunu yapma başka türlü sanarlar, şöyle dersen şımarık, böyle yaparsan küstah derler gibi kaygıları büyüdükçe öğretirler.
2. Vazgeçmemenin ve sabrın ne demek olduğunu bir bebekten öğrendim. Doğduğu anda annenin sütü gelmiyormuş hemen. Bebek belki üç gün, belki on gün sabırla, vazgeçmeden emerek annesinin sütünü getiriyormuş. O üç gün hayranlıkla izledim onu, yüzünde vazgeçme, pes etme yoktu. Öfkelenme, şikayetlenmeyi de bilmiyordu üstelik. İşini yapıyordu, vazifesini, vazifesi sütü içmekti ve o vazife yerine gelene kadar da sabırla devam ediyordu.
Biz ise bir işe başlamadan şikayetlenmeye başlıyor, çoğunlukla yarıda bırakıyoruz, yarıda bıraktığımız halde bile suçu kendimizde bulmuyor, “o işin olurunun olmadığını” söylüyoruz. Ve her zaman da buluyoruz suçlayacak birilerini.
3. Gülümsemeyi ondan öğrendim. En sancılı anında, en çok canı yanarken bile gözünün içine baktığında gülümseyişi “iyiyim ben, merak etme baba” der gibi zor da olsa gülümsemesi gerçek gülümsemenin muhteşem anlamını öğretti.
Bizim bildiğimiz, eğitimlerde karşıdakinin gözünün içine bakarak yalandan diş göstermek olarak öğretilen şeyin de aslında gülümsemek değil kocaman bir balon olduğunu…
4. İnsanları ayırmamayı, kategorize etmemeyi ondan öğrendim. Öyle ki bir cumhurbaşkanına da, yoldaki bir evsize de aynı sevgiyle yaklaşır bir bebek, aynı sevecenlikle.. Hani şu biz büyüklerin hep söylediği “hepimiz biriz, birbirimizden farkımız yok” yalanının gerçeğini yaşamaktadır bebekler.
Mesela, odaya bir devlet büyüğü girse hepimiz kalkar, önümüzü ilikleriz ama bir bebek kılını kıpırdatmaz, oysa o devlet büyüğü onun yanına kadar gidip bir gülümsediğinde ise karşılığında hayatı boyunca görmediği kadar içten bir gülümseme alır. Bebekler riyakarlık bilmez, bebeklerde sahte gülüşler yoktur, hile yapamazlar.
5. Bebeğin dilinden anlamak diye binlerce kitap yazılmıştır ama aslında zor olan yetişkin insanların dilinden anlamaktır. Bir bebeğin üç - beş farklı ağlama modu vardır, hepsi bir derdi işaret eder. Yani konuşamıyor olsalar da derdini çok güzel anlatırlar. Oysa yetişkinler öyle mi? Konuşmasına konuşurlar ama derdini anlamaya çalıştığınızda türlü türlü hesaplara girerler. “Şimdi bunu desem bana karşı kullanır mı? Şimdi söylesem beni anlar mı yoksa yadırgar mı?” gibi yüzlerce plan yapar, çoğunlukla da söyleyemezler. Şimdi siz karar verin, bebeklerin mi dilinden anlamak daha kolay, yoksa büyüklerin mi?
Maddeleri daha çok arttırabilirim ama sizi sıkmak istemem.
Diyeceğim o ki, mükemmel geliyoruz bu dünyaya.
İlk gelen halimiz küçük ama muhteşem bir sanat eseri gibi adeta.
Zamanla bütün kötülükleri öğreniyoruz. Sözle öğretilmeyenleri de davranışlardan öğreniyoruz.
Yanımızda yalan söyleyen babadan yalanı, çaya gelen komşularla dedikodu yapan anneden dedikoduyu ve gıybeti, derse geç girip erkenden bitiren öğretmenden yaptığımız işi baştan savma yapmayı…
Bir bebeğe bakıp da hayran kalmamak elde değil, yaratılışa, mükemmelliğe…
Ben hayran kaldım oğlumla tanıştığım günden bugüne kadar geçen 125 günde, her haline, hareketine…
Peki en son siz ne zaman hayran kalınacak kadar iyi bir yetişkinle tanıştınız?