Sevilla’nın maça başlaması; hızlı, etkili ve erken sonuç almaya yatkındı. Volkan’ın çok tehlikeli bir atağı önlemesi, rakibin direkten dönmesi; bu dönemin büyük endişe yaratan anlarıydı.
Fakat işin tuhafı, Başakşehir yediği baskının altında eziliyormuş gibi bir görüntüde değildi. Aksine, İstanbul’da oynadığından daha özgüvenli bir hali vardı.
Zaman geçtikçe; duruma, rakibe, sahaya ve tribün baskısına yalnız alışmakla kalmıyor, doğrudan kendisi baskı kurmaya başlıyordu. O kadar ki; daha fazla topa sahip olma yüzdesini yakaladı, rakibinden daha fazla kilometre koştu... Her göstergede üstün duruma geçti. Bu yüzden de golün gelmesi; şok/sürpriz/şaşırtıcı olmadı. Olacağı belliydi.
Sevilla, hiç beklemediği kafa tutuşla karşılaştığında; maçın ilk anlarındaki etkisini ve temposunu kaybetti. Şaşkınlık, oyun düzenlerini bozdu... Başakşehir; rakip ataklarının ani alan/açı/kanat değişimlerinde, kademe zaafına da düşmedi.
Elia’nın golü, şans faktöründen gelmedi; topyekün kombine bir atağın olağan ve güzel sonucuydu. Uzun lâfın kısası... Başakşehir; bu süreçte rakibini ezdi demeyelim ama, epey silkeledi.
***
Ancak Sevilla; ikinci yarıya yediği golün şaşkınlığını üstünden atmış, panik duygusundan arınmış, olağan bilincine kavuşmuş ve ekstra hırs yüklenmiş olarak çıktı. Bu yüzden de, beraberliği çok erken yakaladılar.
Başakşehir, rakibinin ilk yarı başlarındaki benzer baskısını soğukkanlılıkla karşılamıştı ama, bu kez travmaya uğradı. Endişe yüklendi. Özgüveni örselendi... İspanyol takımı, bundan yararlanıp maçın mutlak otoritesini ele geçirdi. Durum vahimdi...
***
Üstelik ikinci golü de yedik ve umudumuz tükenme noktasına geldik. Ama Visca’nın Sevilla’nın üstüne düşen yıldırım gibi golü geldi. Bizim için can suyu oldu ama; çabamıza rağmen, ne yazık ki arkasını getiremedik. Direğe takıldık ve elendik. Fakat yiğitlik baki kaldı. Gene de, olabilecekken olmaması, insanı kahrediyor.