Geldik neredeyse dünyanın sonuna. Yaşlandı artık dünyamız şaka değil, bir ayağı çukurda.
Kaynakları artık sınırlı, üzerinde yaşayan insanlar ise hepten sinirli…
Kıyamet alametlerine bakarsanız, alametlerin birçoğu çoktan gelmiş, gerçekleşmiş gibi görünüyor.
Yani kısacası geldik, gidiyoruz bu dünyadan; ama hala iki cinsten birini, kadını anlayamadık, anlatamadık, anlamlandıramadık.
İlk iki insandan biriydi oysa, yani ilk günden beri var.
Erkek nasıl kurguladıysa, nasıl uyanıklık yaptıysa hiç kendisini tartışma konusu haline getirmemeyi başarmış yüzyıllardır.
Öyle bir hale gelmiş ki, dünya 364 gün erkeğe çalışıyor da, 8 Mart’ta bir günlüğüne de olsa kadınlara bırakalım koltuğu kıvamına gelmiş.
Durun, hemen linç etmeyin, 8 Mart’ı ya da özel günleri eleştirmek değil maksadım. Ama insan ırkının iki paydaşı, iki birbirini tamamlayıcısı var, erkek ve kadın.
Hani erkek tek gelseydi dünyaya da, şöyle bir 10 asır filan tek başına yaşayıp kendine göre dizayn etmiş olsaydı hayatı, anlardık iyi kötü. “Kadın sonradan geldi de kendine bir yer bulamadı bir türlü” filan derdik. E bir de beraber gelmişler dünyaya.
Mesela iki ortak düşünelim, bir şirket kurarlar, maaşları, hisseleri aynıdır da zaman içinde ortaklardan biri yokluk, darlık içindeyken diğeri gününü gün etse; biri gece gündüz çalışıyorken diğeri öğlende gelse, ne düşünürdünüz? Bir tuhaflık var değil mi? İşte kadınla erkeğin hikayesi de biraz buna benziyor.
Ben kadın olmasam da, bir kadının evladı, bir kadının eşi, belki gelecekte minik minik hanımefendiler babası olarak konuşuyorum.
Neden “Erkeğin toplumsal hayattaki yeri” konferansları yapılmıyor mesela? Siyasi partilerde neden “Erkek Kolları” yok? Neden “Erkeğin iş hayatına karışması” için düşünmek zorunda kalmıyoruz?
Bence esas bu ezber cümleler kadını hapsediyor, sıkıştırıyor kalıplara. “Kadının toplumdaki yeri” dediğimiz şey dünyada yaşamın varoluşu kadar eski ve bunun oturup da tartışılacak bir yönü olmamalı.
Bakın bir örnek, google’a “Kadının” ve “Erkeğin” yazıyorum, bakalım bu kelimelerin ardından en çok neler aranmış.
Kadının ile başlayan aramalar: “Kadının adı yok”, “Kadının toplumdaki yeri”, “Kadının sesi”, “Kadının memesi”.
Erkeğin ile başlayan aramalar: “Erkeğin kalbine giden yol”, “Erkeğin hoşlandığını anlamak”.
“Kadının” ile başlayan tüm aramalar travmatik ve dramatik iken, “erkeğin” ile başlayan aramalar bile kadınların erkekleri el üstünde tutma arayışının yansıması.
Kısacası;
Biz bu kadınlar konusunu çok fena yanlış anlamışız.
Kadınlar da erkekler de bu konuyu çok yanlış ele almışız.
Kadının narin yapısını “zayıflık”, erkeğin kuvvetini ise “güçlülük” olarak görmüşüz. Birbirini tamamlayan özelliklerini görmeyip, erkeği kadının koruyucusu, bir üst ve bir gelişmiş modeli gibi konumlandırmışız.
Kadınlara en büyük zararı “Kadınları koruyalım” diyenler veriyor.
Kadınlara en büyük zararı “Kadınlara pozitif ayrımcılık” dilenenler veriyor.
Kadınlara en büyük zararı “Erkekler kadınlara iş hayatında biraz yer açsın” diyenler veriyor.
Kadınlara en büyük zararı kadının ikinci sınıf insan olduğunu baştan kabullenenler veriyor.
Kadın zayıf filan değil, kadın muhteşem bir varlık.
Kadının 8 Mart’a filan da ihtiyacı yok, yılda bir kutlanmaya, “hatırlanmaya” da…
Özgüveni yeter ki yerinde olsun, kadının dünyada yapamayacağı hiçbir şey yok.
Kadınlar özgüvenli olun, uyanık olun, kendi söylemlerinizle, kendi cümlelerinizle bile erkeğin üstün ve egemen olduğu bir hayatı tarif ediyorsunuz. Dışarıdan bakabilsek, erkeğin sanki sağlam bir yerden torpili varmış gibi görünüyor..!
Bir erkeği eğitirseniz, bir adam yetiştirirsiniz. Bir kadını eğitirseniz, bir kuşağı eğitmiş olursunuz. Brigham Young