Arapça bir kelime olan ve günümüz Türkçesinde "yorum" anlamında kullanılan "tevil" kelimesi sözlüklerde "bir şeyin ilk örneğine döndürülerek anlaşılması" şeklinde açıklanır. Ömrünü sözlüklerle geçirmiş biri olarak meseleleri tarihsel örneklerine döndürerek anlamlandırmak bende bir meleke haline gelmiş bu yüzden. Nitekim ne zaman iki yüz yıllık batılılaşma sürecinde tahriş olmuş ve bu yüzden kendi topraklarında, bu toprakların değerlerine yabancı unsurların iktidarı altında inim inim inleyen Kürtlerin ve Türklerin durumunu düşünsem bu bağlamda çok çarpıcı bir örneklik oluşturan kendi tarihimizden bir hadise aklıma gelir. Neredeyse birebir örtüşüyor durumuzla bu hadise.
Peygamberimizin (s.a.v) hicretinden önce o zamanki adı Yesrib olan Medine'de Evs ve Hazreç adlı iki büyük Arap kabilesi yaşıyordu. Hayber'de ve Medine'nin içinde de üç Yahudi kabilesi vardı. Evs ve Hazrec'in toplam nüfusundan çok az nüfusa sahip bu Yahudi kabileleri, Medine'deki dinî, ekonomik, ticarî ve sosyal iktidarı ellerinde tutuyorlardı. Çünkü Evs ve Hazreç arasında geçmişi yüz yıllara dayanan bir kan davası vardı ve her fırsatta birbirleriyle acımasızca savaşıyorlardı. Yahudi kabileleri de onların savaşmak için ihtiyaç duydukları silah ve mühimmatı tedarik ederek hem bu çatışmanın devamını sağlıyorlardı hem iktidarlarını pekiştiriyorlardı hem de büyük bir rant elde ediyorlardı. Bu Yahudi kabileleri silah sanayini de aralarında bölüşmüşlerdi. Biri zırh üretiminde, biri kılıç ve kalkan üretiminde, biri de ok ve mızrak üretiminde uzmanlaşmıştı. Dolayısıyla Araplar birbirlerini öldürmek için onlara muhtaçtılar. Ehlikitap oldukları için de okuma yazma bilmeyen Araplara karşı zaten belirgin bir üstünlükleri vardı. Tıpkı bugünkü batılı ülkelerin dünyanın geri kalanına karşı kurdukları üstünlüğün küresel bir hegemonyaya dönüşmüş olmasına benzer bir statü elde etmişlerdi.
Bildiğiniz gibi İslam'ın çağrısı Medine'de makes bulunca bu düzen bozuldu ve neticede muktedirler eski günlerini arar oldular. Çünkü Evs ve Hazreç, tevhid ve adaletin sağladığı özgür ortamda artık birbirleriyle savaşmıyorlardı. Tam tersine dayanışma içine girmişlerdi, yani ensar olmuşlardı. Siyer kitaplarında, eskinin hegemonik güçlerinin bu kardeşliği sabote etmek için kurdukları tuzakların örnekleri çokça anlatılır.
İki gün önce İmralı'da tutuklu bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan, örgütüne silah bırakma ve kendini feshetme çağrısında bulundu, 22 Ekim'de sn. Devlet Bahçeli'nin başlattığı sürecin bir devamı olarak. Ülkenin genelinde bu adım memnuniyetle karşılanırken iki taraftan da birçok kişi adeta bu sürece çomak sokma yarışına girdiler. Çünkü yirmi küsur yıldan beri üst yapı itibariye kaybettikleri siyasal iktidarın, bu sefer alt yapı itibariyle de ellerinden ebediyen çıkacağını anladılar ve gördüğünüz gibi acımasızca saldırıya başladılar. Neticede üst yapıyı kaybetseler de çatışmalı alt yapı devam ettikçe yeniden iktidara gelmek hususunda bir umut besliyorlardı. O fırsatın da ellerinden kayıp gittiğini iliklerine kadar hissedince, geçmişin acı hatıralarını tarafların gözlerine sokmaya, yaraları kaşımaya başladılar.
Kürtler ve Türkler bin yıllık kardeşliğin sınandığı ağır bir süreçten geçtiler son kırk yılda ve kendilerine mal edilmeye çalışılan bu çatışmaların meydana getirdiği tahribata, can ve mal kaybına rağmen kadim kardeşliklerine halel gelmesine izin vermediler.
Şimdi bu kardeşliğin boş bir retorik olmadığını, süreci sabote etmek için ellerinden geleni yapmaktan kaçınmayacak olan bedhahlarına kanıtlamanın zamanıdır.
Not: Başta okuyucularımızın ve bütün Müslümanların Ramazanını tebrik ediyorum. Bu Ramazanın hegemonik düzenlerin dişlileri arasında inim inim inleyen bütün mazlumlar için bir kurtuluş vesilesi olmasını temenni ediyorum.