Sözlü bir medeniyet geleneğinden geliyor oluşumuz bilginin aktarılmasında maalesef bir handikap olarak önümüze çıkıyor. Oysa rüştünü ispatlamış bir millet olarak bu sorunu halledebilmeli ve bilgiyi kurumsal olarak gelecek nesillere aktarabilmeliyiz.
Bir önceki yazımızda değindiğimiz gibi büyük dava insanları aynı şuur ve heyecanı bir sonraki nesle aktarma konusunda ne yazık ki, yeterli olamıyorlar.
Bu temsil-takdim bilincini fertler arasında nesilden nesile akan bir ırmak gibi düşünebiliriz. Irmağın akışının zayıflaması, bilinçle ilişiğimizin kesilmesi demek olur ki bu durumda bünyemiz susuz topraklar gibi kuruyup çoraklaşmaya başlar, hayatiyetini kaybeder. Özümüzü yitiririz.
Bir millet olarak sahip çıkılması gereken "dava" meselesi kişisel ilgilere terkedilince, kopma kaçınılmaz oluyor.
Davanın taşınması büyük bir yüktür; bu büyüklüğe denk büyük fedakarlıklar ister.
Bu büyük fedakarlıkların, temsil ve taşımanın kurumlaşması gerekir. Bu kurumlaşmaların esaslarının, kurallarının çok sağlam bir zemine oturtulacağı süreçlere ihtiyaç var.
Dava fonksiyonunu icra eden insanlar, kendi geçim meşguliyetleriyle ve dolayısıyla bireysel sorumluluklarıyla ilgilenmeye daha az zaman bulabilirler. Bu durumda aile geleneklerinin aktarımı kesintiye uğrayabilir.
Bir yerde bu takılmanın giderilmesi, davaların bir sonraki nesle aktarılması sağlanmalıdır. Bu noktada "dava" insanının davasına gösterdiği özeni ve fedakarlıkları ailesine karşı da göstermesi gerekmektedir.
Bu tespitle değindiğimiz nokta günümüz muhafazakâr kesimin en büyük problemidir. Biz maalesef "dünyayı değiştirme" amaç ve gayesiyle çıktığımız yolda kendi ailemizi çoğunlukla ihmal ediyoruz.
Dava için, bilincin kaybedilmemesi yolunda bir insan kurtarmak büyük bir hedeftir. Fakat unutmamak gerekir ki bunun başlangıç noktası ailedir.
Ailemize göstereceğimiz özenle bizden uzaktaki insanlara göstereceğimiz özen arasında bariz bir fark olmamalıdır.
Sevgiyle açtığımız kollarımızla sarmaya en yakınımızdan başlamalıyız.
İdeal sahibi bir insanın dava çalışmalarından ötürü ailesini bütünüyle ihmal etmesi mahrumiyet hatasıdır. Başkalarının dertlerine yoğunlaşarak, dava endişesiyle bazen, yanı başımızda ilgiye ve bilgiye muhtaç evimizi ihmal edebiliyoruz.
Sorumluluk bilinciyle inandığı dava ve gönül verdiği ideal uğruna aile ıskalanıyorsa asıl olan ideal boşlukta kalmış olur. Bütün sorumluluklara rağmen aile fertlerinin ilgimiz ve kontrolümüze muhatap olması ve oluşturacağımız mesuliyet dengesi içerisinde doğru yerde bulunması önemlidir.
Yakın zamanda, bu yanlışı kırabilmiş bir insan ayrıldı aramızdan: Özdemir Bayraktar.
Özdemir Bayraktar, Türkiye'nin tam bağımsızlığının ancak milli teknoloji ve milli sanayiyle gerçekleşeceğine hem inanmış hem de bunu bütün ömrüyle ispat etmiş bir insandı. Vefatının ardından her kesimden kalem sahibi, iş insanı tarafından yazılan ve söylenenler kendisini davasına ne kadar çok adadığının bir ispatı.
Özdemir Bayraktar, inandığı davayı, gönül verdiği ideali ailesine aktarabilmiş bir örnek kişi olarak da duruyor karşımızda. Aile olarak ele alındığında Bayraktar ailesi Özdemir Bayraktar'ın yolundan giden, onun felsefe ve dava şuurundan taviz vermeyen bir hayrülhalef.
Demek ki Özdemir Bayraktar, bütün meşguliyetine, bütün sorumluluklarına ve bütün yorgunluklarına rağmen ailesini ihmal etmemiş. Bilgi ve ilginin aktarılması noktasında da örnek olmuş.
Bu durum davayı kazanmanın, bu bilincin aileye aktarılmasıyla olacağının bir kanıtıdır.
Bu sorumluluktan; durumu kendi içinde bir tartışma konusu haline getirip bahaneler üreterek, zorluğunu, imkansızlığını ve imtihan olarak geçmişten miras aldığımız olumsuz etkenleri mazeret göstererek sıyrılamayız.
Arkamızda davamıza sahip çıkacak ve onu daha ileriye taşıyabilecek evlatlar bırakmak dilek ve temennisiyle...