Bu yılki 1 Mayıs bir iki istisna dışında festival tadında geçti... Hemen herkes meydanlardaydı... Kendisine ‘Devrimci Müslüman’ diyen de, ‘Devrimci Sosyalist’ diyen de... Bunlar normalleşmenin açık kanıtları. Gölge devlet devre dışı kaldıkça gerçek Türkiye de su yüzüne çıkıyor. Kendimizi daha rahat ifade edebiliyoruz, sokaklara korkmadan çıkmaya başlıyoruz. Eğer derin çeteleşmeleri 1970’lerde ortaya çıkarabilseydik, sokakları sözde devlet namına tahrik eden provokatörleri çok daha önce durdurabilseydik bugün yaşadığımız 1 Mayıs coşkusunu 1970’lerde de yaşayabilirdik. Çünkü adım gibi eminim ki o yıllarda da sokaklarda insanların birbirilerini katletmesine sebep olacak derinlikte toplumsal düşmanlıklar mevcut değildi. Toplum öylesine hırpalandı, öylesine sinir uçları ile oynandı ki aynı tahrikler Fransız veya Alman toplumunda yapılmış olsaydı çok farklı sonuçlar alınamazdı.
Dilerim bundan sonraki 1 Mayıslarımız çok daha renkli ve neşeli geçer... Ancak bunları söylerken şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: 1 Mayıs kutlamalarında atılan sloganlar, yapılan konuşmalar günümüz gerçekleriyle pek de uyumlu değildi... Meydanlar sanki 19. yüzyılın sonunda yaşıyormuşuz gibi sloganlar atıyordu.... Oysa dünya çok değişti, aradan sadece bir değil, neredeyse iki asır, belki de çok daha fazlası geçti... Artık üretimde kaba emeğin payı eskisi gibi çok fazla değil. Yeni dünyada emek ve sermayeye ek olarak teknolojinin, organizasyonun ve bilginin payı olağanüstü düzeylerde arttı. Eskiden işçiler mavi ve beyaz yakalılar olarak ikiye ayrılırlardı. Bugün ise beyaz yakalıları aşan, işçi mi patron mu ne oldukları belli olmayan yeni türler ortaya çıktı. Bazen evinden çalışan bu kişiler bir yazılımla binlerce, hatta milyonlarca işçinin işini bitirebiliyorlar. Aynı şekilde üretimi için çok az sayıda işçiye gereksinim duyulan küçük bir teknoloji harikası çok sayıda işçinin bir yıllık üretiminden çok daha pahalı olabiliyor. Bu anlamda işçinin tek düşmanı vahşi kapitalistlermiş gibi davranmak çok yanıltıcı. Yeri geliyor mücadele emek türleri arasında gerçekleşiyor. Ekonomiler büyürken işsizliğin o düzeyde azalmaması belki de bunun bir sonucu.
***
İşçi hakları mücadelesinin tüm hareket noktaları sallanıyor. Örneğin eski işçi mücadelesinde çalışma saatleri çok önemliydi. İşçiler önce 10 saat, ardından ise günde 8 saatlik çalışma hakkı için çok uğraştı. Ancak bugün kaç saat çalıştığınızdan çok nasıl çalıştığınız önemli. Gelişmiş ülkelerde evinden çalışarak büyük gelirler elde edenler az değil... Avrupa’da ortalama çalışma süreleri 6 saatlere kadar düştü. İsterseniz çalışma süresini sıfıra kadar indirin, yeni dünyada eski dünyanın kavramlarıyla konuşmak anlamsız...
Bir de küreselleşme gerçeği var. Bugün Türkiye’deki işçilerin bir numaralı düşmanı ‘komünist Çin’. Sadece Türkiye’dekilerin değil, neredeyse tüm dünyadaki işçilerin düşmanı Çin... Çünkü Çin çevreyi ve kendi insanını sömürerek hiçbir ülkenin katlanamayacağı kadar düşük fiyatlarda üretim yapıyor. Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan yüz milyonlarca Çinli 10-15 dolarlara çalışmayı seve seve kabul ediyor. Bu gönüllü ve kendi kendine yapılan sömürü Fransa, Arjantin veya Türkiye’deki işçilerinse adeta sonunu getiriyor.
Kısacası 1 Mayıs’ı davulla zurnayla kutlarken bir yandan da yeni dünyanın iş hayatına daha gerçekçi bakmamız gerekiyor. Çalışma hayatımızı pazı gücüyle çalışanlardan, bilgi-yoğun çalışanlara dönüştürmemiz gerekiyor. Aksi takdirde yeni dünyanın en alttakileri olmaktan kurtulamayız.
Federasyon
Bir iki kelime de federasyona değinmeden geçemeyeceğim... Maşallah Futbol Federasyonu kuralları değiştirerek sorunlarımızı bir çırpıda çözüverdi. Dahice!... Bence Yıldırım Demirören’i Adalet Bakanı yapalım, başta Ergenekon davası olmak üzere memleketteki tüm suçlardan da kurtulalım, ne dersiniz (!) Şaka bir yana, Federasyon’un yaptığı devekuşunun tehlike anında başını toprağa gömmesine benziyor. Sayın Demirören başı kurtardınız, ancak vücudun geri kalanı fena halde sırıtıyor. Benden söylemesi...