Aramızda bir hayalet gibi yürüdün ve gölgen, yüzümüze düşen bir ışık oldu.
Seni çok sevdik; ama sevgimiz sözlere dökülmedi ve örtülü kaldı.
Ama şimdi sana yüksek sesle haykırılıyor; sevgimiz önüne seriliyor.
Bilge Olgaç elim bir kazayla aramızdan ayrılalı 20 yıl oldu... Ayşe Durukan bir anma yazısında Bilge Olgaç’ın Halil Cibran’ı çok sevdiğinden, “Ermiş”in başucu kitabı olduğundan bahsetmişti... Cibran’ın yukarıdaki dizeleri Yeşilçam’ın bu üretken ve ilkeli kadın yönetmenine kendinden sonraki kuşakların duygularını biraz olsun dile getirir... Olgaç, ölümünün yirminci yıldönümünde 15 Mart - 20 Nisan tarihleri arasında düzenlenen 12. Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali kapsamında anılacak. Filmmor kapsamında Olgaç’ın üç önemli filmi “Açlık”, “İpekçe” ve “Kaşık Düşmanı” gösterilecek.
Bilge Olgaç öldüğünde eleştiri yazmaya henüz başlamamıştım bile... Onunla hiç tanışamadım, sohbet edemedim, röportaj yapamadım... Yaşasa sinema serüvenine de paralel gelişen kadınlık serüvenini konuşmak isterdim... Filmmor’un bir röportajından yaptığı alıntıda diyor ki:
“Sinema aşk gibi. Ben sinemacı olmasaydım ölmüştüm diyorum. O benim hayat kıvılcımım oldu. Ben başladığımda tek başıma idim, kadın asistanımız bile yoktu. Biraz zorlandım ama bu bende kaldı. Erkek arkadaşlarıma bunu yansıtmadım. Fakat burada bir hata yaptım. Yıllar sonra diğer kadın arkadaşlar bizim kervanımıza katılınca anladım. Ben onlara, erkeklere benzemeye çalıştım, aksamayayım aralarında diye. Oysa kadın kalıp bunu kabul ettirmek belki daha doğruydu. Ama o şartlarda bana o daha uygun geldi.”
Trakyalı yoksul bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya geldi Bilge Olgaç... Ve daha çocukluktan çıkmadan evlendi.... Öykülerini götürdüğü Yelpaze dergisinin ortaklarından eşi Vecdi Bender, “Kısmetin En Güzeli”ni (1963)Memduh Ün’e film yapması için önerince öyküye karşılık Ün’ün ikinci asistanlığını kaptı!
O dönemde Yeşilçam’da sinemacı bir kadın olarak tutunabilmek, hele hele yönetmenlik koltuğunda otoritesini sarsmamak için sert ve erkeksi tavırlı olmayı tercih etti. İlk filmi Yılmaz Güney, Tuncel Kurtiz ve Pervin Par’ın oynadığı “Üçünüzü de Mıhlarım” oldu. Bir süre Yeşilçam’ın gözdesi avantür filmlerini yaptı ve piyasaya kendini kabul ettirdi. Bir kaza geçirip çocuk doğuramayan karısını tedavi ettirmek için taşradan İstanbul’a gelen adamın öyküsünü anlattığı “Öksüz” haricinde kulvar dışına çıkma fırsatı bulamadı. Bu filmle 1968 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde üçüncülük ödülü aldı.
Dönemin politik atmosferi de müsait hale gelince Kerim Korcan’ın aynı adlı romanından uyarladığı, bir cezaevinde geçen, sadece erkek karakterlerin bulunduğu, roller ünlü yardımcı oyunculara verdiği “Linç” ile yönetmen olarak kendini gösterebildi. 2. Adana Altın Koza Film Şenliği’nde En İyi Yönetmen Ödülü kazandı. 1975 yılında senaryosunu Yılmaz Güney’in yazdığı “Bir Gün Mutlaka”da öğrenci olaylarına değindi.
Ancak Yeşilçam’ın televizyona yenilip yozlaşması üzerine sinemaya dokuz yıllık bir ara verdi.’80 sonrasında Bilge Olgaç, izleyicinin karşısına bu kez bir “kadın yönetmen” olarak çıktı. 1984 yapımı “Kaşık Düşmanı” onun en iyi filmlerinden biridir... Ancak bu bilinçli döneminde hayat kıvılcımım dediği sinema artık bir geçim kapısı olarak geçerli değildi. Her daim yoksullukla mücadele etmiş olan Bilge Olgaç, art arda “Gülüşan”, “İpekçe”, “Gömlek”, “Kızın Adı Fatma”, “Umut Hep Vardı” gibi kadın odaklı filmler çevirmesine rağmen sıkıntı çekti hep...
Bir sigara kıvılcımıyla aramızdan ayrılana kadar durmaksızın üretti. 37 film bıraktı geriye! Bir kadın yönetmen olarak onun boşluğunu asıl şimdi hissediyoruz:
Hep yaşandığı gibi, ne yazık ki sevgi kendi derinliğini, ayrılma anına kadar anlayamıyor...