Beyrut Limanındaki büyük patlamada yapılan ilk açıklamalara göre; yüzlerce kişi hayatını kaybetti, 300 bin kişi evsiz kaldı. Adeta bir atom bombası gibi gözüküyor video çekimlerinde. Gündemimize yıkılan evler, hastaneler, santraller yanı sıra, düğün günü fotoğrafı çektirirken yakalanan telli duvaklı gelinlerin dehşetli videoları yansıyor... Gelinlikler, duvaklar, süsler, konfetiler paramparça oluyor ardından... Beyrut’un alnı kanıyor, kalbi kanıyor, ruhu kanıyor.
Beyrut’un gelinleri deyince ben rahmetli anneannemi de hatırlıyorum, onun mektuplaştığı arkadaşları ve kuzenleri Osmanlı misak-ı millisine dağılmış kızlardı. Kimisi Bağdat’a, kimisi Beyrut’a, İskenderiye’ye, Üsküp’e gelin gitmiş Osmanlı kızlarıydı bunlar. Sonra ağır bir bombardımana tutulmuşlar, hepsi de kendilerini apayrı vatanlarda bulmuşlar, kimisi sürgünde, kimisi vatansız, çoğu gurbette kalakalmış gelinlerdi onlar.
Beyrut’ta feci patlama haberini aldığımda benim aklıma anneannem Zeynep Hanım geldi. Onun nazarında Kastamonu, Kayseri, İskenderun neyse, Beyrut ta o idi. Kalbimin kenarı yandı, ‘’Ah, Beyrut’un gelinleri’’ dedim.
Tevafuk bu ya; bugünkü büyük patlamayı da gelinlik kıyafetleri içindeki Beyrut kızlarının dehşetiyle seyrediyoruz...
***Geçtiğimiz hafta okuduğum bir raporda, muhafazakar kesimin dünyanın yaşadığı değişim ve dönüşümleri yakalayamayıp, hala geçtiğimiz yüzyıla has Doğu-Batı gerilimi üzerinden konuştuğu eleştiriliyordu... Eleştiriyi yapan da İslami kesimden bir grup hanımdı, lakin tam bunları konuştuğumuz sırada Beyrut patlamıştı. Fransa’nın sömürgeci geçmişini utanmaz bir sırıtkanlıkla bugünkü Lübnan’a taşıyan Macron’un Arapça olarak attığı yılışık tweetlerle arzı endam eyleyişini seyrettik. 2018’de aynı Beyrut Limanı, İsrail Devlet Başkanı Netenyahu tarafından hem de Birleşmiş Miletlerde, yok edilecek hedeflerden olarak açıklanıyordu.
Biz kendi arkadaşlarımızı cahillik ve çağı yakalamamakla suçlarken, düne dair olarak tedavülden kaldırdığımız Doğu-Batı geriliminin buz gibi gündemde durduğunu gördük... Acıyla, kanla, gözyaşıyla...
Türkiye Cumhuriyeti büyük devlet olduğunu, Beyrut’a yapacağı kapsamlı yardımlarla ve afet anından itibaren hızla koordine ettiği kapsamlı eylem planıyla ispat etti. Ambulanstan, hastane onarımına, elektrik santrallerinden, gıda ve hijyen yardımına kadar gerçekten insani ve dostane bir el uzatıştı bu...
Geçmişi kuru bir gürültü veya allı pullu bir hamaset olarak görmek yanlış. Geçmiş dediğimiz şey, ruhumuzda geçmemiş ve geçmeyecek izlerdir. Bu yüzden bilinçaltında sömürgeciliği her daim taşıyacak Batı ile her halde bir olamayız. Her halde farkımız var.
Küreselci söylem, her ne kadar bizi eski geleneklerimizden, örfümüzden, adetimizden utanmaya kompleksli bir taaccüp duymaya ayarlı bir şekilde dizayn etmeye kalksa da... Biz halen bizi biz eyleyen, sevgi, saygı, dayanışma gibi yüksek değerlerle onlardan farklıyız.