Lübnan’ı anlamak için önce insanını tanımak gerek. Beyrut’ta müthiş bir dinamizm var. Olağanüstü yaratıcı insanlar, Lübnan’ı üzerini örten kara örtüden kurtarmaya çalışıyor. Ben de bu düşünceyle Beyrut günlerimi özel kişilere ve onların projelerine ayırdım.
“Li Beirut min qalbi salamon li Beirut*... O insanının ruhundan şarap yaptı... Terinden ekmek ve yasemin. Nasıl oldu da duman ve ateş kokar oldu?”
Feyruz’u bilir misiniz? Hani ünlü Lübnanlı şarkıcı Feyruz var ya, ondan bahsediyorum. Babası Mardin’den gelmiş, annesiyle Lübnan’da tanışmıştı Feyruz’un. Süryani bir ailenin kızıydı. 20 yaşındayken dönemin ünlü kompozitörlerinden Assy Rahmani ile evlenecek, Batı müziğinden uyarlanan şarkılara yepyeni bir ses verecekti. Bugün Türk Pop müziğinin en önemli parçalarının bir çoğu önce onun sesiyle can bulmuştu: Sana Neler Edeceğim, Tanrı Misafiri, Böyle Gelmiş Böyle Geçer... 1975’te başlayıp 15 yıl süren iç savaşta pek çok Lübnanlı ülkesini terkettiyse de o sevgili Lübnan’ından hiç vazgeçmedi. Sesi ve artık politikleşmeye başlamış şarkılarıyla Beyrut’a, Lübnan’a olan aşkını hep fısıldadı. “Antee Beirut lee, inteh lee” dedi, “Sen benim Beyrut’umsun, benimsin.”
YAPILAN TESPİT UTANDIRDI
Yeni yılın ilk günlerinden biri. Güneşli, ılık, aydınlık bir kış sabahı Beyrut’un ünlü caddesi Hamra henüz sabah mahmurluğunu üzerinden atamamış. “Kakeeee” diye bağırıyor bir sokak satıcısı. Çanta gibi duran, bol susamlı, simitimsi bir çörek satıyor. Birkaç taksici müşteri almaya çalışıyor. Dükkanlar yeni yeni açılmakta. Hamra’nın dar sokaklarından birinde her hafta salı günleri Earth Market adında ufak bir pazar kuruluyor. Pazara gelenlerden biri de Furn al Sabaya’nın (Kadınlar Fırını) sahibi kızkardeşlerden Lorenza Zgheib. Annelerinin özel tarifiyle hazırlanan çıtır çıtır yufkası, çiçek kokulu, bademli harcıyla cennetten çıkıp gelmiş lezzette tatlı bir börek satıyor: Mwarraqa. Sohbet ederken Türk olduğumu duyunca “Buraya gelen Türklerin hiçbiri yabancı dil bilmiyor” diyor. Utandırıyor bu tespit beni. O bu tespiti yapan ilk kişi değil. Ürdün’de de benzer yorumlar duymuştum. Oysa Beyrut’ta karşınıza çıkan herkes Arapça’nın yanı sıra Fransızca ve İngilizce de konuşuyor.
Pazarda biraz sohbet, biraz alışveriş. Çok uzun kalamam çünkü Eric Maddox ile buluşacağım. Eric ABD’li aslında ama son dört ayını Beyrut’ta geçirmiş. The Virtual Dinner Guest (Sanal Yemek Misafiri) adında bir projesi var. Onunla proje üzerine sohbet etmek istediğim için buluştum. “Akşam haberlerini dinlemek yerine akşam sohbetine ne dersiniz?” diye soruyor Eric. Skype bağlantısıyla dünyanın farklı iki bölgesinden iki grup insanı bir araya getiriyor. ABD’li öğrencilerle Lübnanlı öğrencilere bir görev veriyor: Ülkenizde diğer ülke ile ilgili çıkan bir haberi getirin sofraya, tartışalım. Böylece insanların birbirini daha iyi anlayacağına inanıyor. Bir farkındalık yaratmaya çalışıyor. Eric de benim gibi Beyrut’un sadece savaş veya gece hayatı haberleriyle anılmasından rahatsız. Ona göre Beyrut’un renklerinden biri olan göçmen kampını ziyaret etmeden ülkeden ayrılmamalıyım. “50 yıldır orada yaşayan insanlar var” derken gözleri büyüyor.
SAVAŞMA YEMEK YAP
ŞEHİRDE tanışmak istediğim bir başka renkli karakter var: Kamal Mouzawak. Beyrut hızla betonarme gökdelenlerle doldurulurken özünü, aslını korumaya çalışanlardan biri de o. “Savaşma yemek yap” Kamal’ın sloganlarından biri. Ona neden bu işe giriştiğini sorduğumda “Geleneğimizi korumak ancak mutfağımızı ve ona malzeme sağlayan üreticiyi korumakla mümkün. Dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış 15 milyon Lübnanlı gittikleri yere sadece mutfak kültürlerini götürdüler, bizim bu kültüre sahip çıkmamız lazım” diyor. Kamal 2004 yılında kurmuş Souk el Tayeb’i. Arapça’da tayeb iyi, lezzetli, iyi kalpli anlamına geliyor. Souk el Tayeb’in kuruluş amaçları arasında farklı yöre ve inançlardan gelen insanları biraraya getirmek, aşkla bağlı oldukları bu topraklardaki küçük üreticiyi desteklemek, çevreye duyarlı bir gıda sistemi oluşturmak ve geleneksel mutfak kültürünü gelecek nesillere aktarmak da var.
Bir üretici pazarı olarak başlayan Souk el Tayeb, festivaller, eğitim projeleri ve Tawlet adındaki restoranla sürekli genişleyen, gelişen bir ağa dönüşmüş. Tawlet’te haftaiçi her gün ülkenin farklı yöresinden gelen bir aşçı, kendi yöresinin yemeklerini yapıyor. Mouzawak’ın en yeni projesi ise Atayeb Falastine, yani Filistin’in Lezzeti. Bu projede Lübnan’ın iki büyük göçmen kampı Nahr al-Bared ve Ain al-Hilweh’den seçilen yirmi kadına gıda endüstrisinde çalışan profesyonellerce gıda ve hijyen eğitimi verilmiş. Amaçları bu kadınlara yaptıkları yemeklerle gelir sağlayabileceklerini gstermek. Kadınlar hazırladıkları geleneksel yiyecekleri Beyrout Souks adlı şık alışveriş merkezinin arka tarafında cumartesi günleri kurulan pazarda satıyor. Beyrut’a giderseniz Tawlet’e uğramadan dönmeyin derim. Hele de mutfak profesyoneli iseniz Kamal Mouzawak’tan öğrenecek çok şeyiniz var. (Ayrıntılı bilgi için: www.soukeltayeb.com internet sitesini ziyaret edebilirsiniz.)
BU ŞEHRE BİRAZ RENK GEREK
Kendilerine “Dihzayners” diyen bir grup gönüllü, nisan 2012’den bu yana Jubran Elias başkanlığında Beyrut’un merdivenlerini boyuyor! Jubran, geçen yıl Almanya’da her biri başka renge boyanmış merdivenleri görünce aynı şeyi Beyrut’ta yapabileceğini düşünmüş. Facebook üzerinden bir grup tasarımcıyı davet etmiş. İlk seferinde 12 kişilermiş. Jubran, “Mahalleliler şaşkınlıkla bizi izledi. Hatta yaşlı bir hanım bize yardım etmek istedi. Merdivenleri boyadığımız için bize teşekkür ettiler” diyor. Beyrut’un bir başka önemli bölgesi Gemmayzhe’nin merdivenlerini birer birer boyamışlar. Kentin hızla gelişen “hip” bölgelerinden Gemmayzhe’deki rengarenk merdivenlerin fotoğraflarını çekmek bana büyük keyif verdi. Her gün bu merdivenleri kullanarak evlerine gidenler yüreklerindeki ağırlığı biraz olsun unutuyorlar mıdır bu renklere bakarak diye düşünmeden edemedim.