Bir insana veya siyasi partiye kötülük mü etmek istiyorsunuz: Onu övün, sadece övün, alenen, yüzüne karşı övün, sürekli övün.
Sizi sevecektir, taltif edecektir, vurduğunuz cilanın parlaklığı gözlerini alacak, onu körleştirecek ve elinden tutup uçuruma götürürken size teşekkür edecektir.
İyilik mi etmek istiyorsunuz: O halde eleştirin. Saçma fikirlerle olsun, absürt gerekçelerle olsun, hatta kötü niyetli olsun, ama olsun.
***
Bir gazetenin veya TV’nin hükümeti desteklemesi meşrudur; Ama onu “parmağım gözün” manşetlerle savunuyorsa, kendi içindeki aykırı sesleri kenara itip, her durumda “beyler şoför haklı” diyecek oportünist isimlere yer veriyorsa, “hakikatin tebellürü” için zaruri olan ifade özgürlüğüne kapıyı kapatıyor demektir.
Böylece desteklediği aktörün tepkisini çekmeme pahasına onun yanlış yapmasına kapı aralıyor demektir.
Destekliyor göründüğü veya sahiden de iyiliğini istediği siyasi aktöre kötülük ediyor demektir.
Yani aslında desteklemiyor demektir.
***
Ben Ali Akel’i, her satırına katıldığım o son yazısıyla tanıdım. İlk kez bir yazısını tivitırda paylaştım, o da o gazetedeki son yazısı oldu.
Yeni Şafak’ta yazdırmamak o gazetenin hakkı. Ama bir hakkı veya ruhsatı kullanmak, çoğu kez bir iddiadan vazgeçme pahasına mümkün olur.
Buradaki vazgeçiş, her şeyden önce, o gazetenin kendisine zarar verdi. Orada yazan ve kalemini asla eğip bükmemiş çok sayıdaki değerli insanı, hiç hak etmedikleri halde töhmet altında bıraktı.
Dahası, son zamanlarda Hükümete de bundan daha büyük bir darbenin vurulduğunu hatırlamıyorum.
Ve nasıl olup da bunun görülemediğini anlayamıyorum.
Bu olaydan Hükümetin haberdar olmadığı, Başbakan Erdoğan’ın “Ali Akel kim?” dediği söyleniyor. Ama bu durum hükümetin sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor. İdeal durumda bir medya patronu, hükümeti eleştirdiği için birini işten çıkardığında, bunun herkesten önce hükümet tarafından çok kötü karşılanacağını ve tepki göreceğini bilmeli.
Bu hava oluşturulmalı.
Demokrat medya da oligarşi medyası da bunu hissetmeli. Kimse bir yazarına, yaranmak için dahi olsa, yazdırmamayı düşünmemeli.
***
Şunu anlıyorum, bazıları o kadar kategorik bir nefret ve ret tavrı içinde ki, bazen insanın adalet duygusu inciniyor. “Kartaca mutlaka yıkılmalıdır” tavrı, bazen insanı savunmaya itiyor.
Ama birincisi, bu tavra teslim olup başka türden bir adaletsizlik yapmamak gerek; ikincisi de bu tepkiselliğin korumak istediğiniz siyasi aktöre de fayda değil zarar vereceğini görmek gerek.
Ben Hükümetin yerinde olsaydım, hangi nedenle olursa olursun, son dönemde yazılarına son verilen gazetecilerle ilgili özel bir sorumluluk hissederdim. Sadece demokrat olanlar için değil. Demokrasiden nasipsiz, totaliter, sınıfçı, ayrımcı veya islamofobik tipler için de.
Öncelikle ifade özgürlüğü ve demokrasi bunu gerektirdiği için. İkinci olarak, bu tasarruf bir şekilde hükümetle ilişkilendirildiği için. Üçüncü olarak “korku toplumu”na ilişkin algıyı bertaraf etmek için. Ve dördüncüsü, o yazarların çoğuna yapışık olan anti-demokratik zihniyet ve fikirlere hak etmedikleri bir itibar kazandırmamak için.
“Susturulan bir fikir, dokunulmazlık zırhına bürünür” der John Stuart Mill. Susturulduğu düşünülen fikirler için de geçerlidir bu. Bırakın tarihin mahkum ettiği fikirler dirilmesin; realitenin çarpıp kötürüm hale getirdiği tezler güçlenmesin.
***
“Derdim mi, niye uğraşacakmışım” demek doğru değil. Sözün alanının genişlemesi yanlıştan korur insanı. Hükümetleri de. Bu yüzden de ifade ve basın özgürlüğü ilave bir çaba gerektirir.
En “kötü niyetli” muarızın sözü de dahildir buna... Her durumda “beyler şoför haklı” diyen insan tipi ise sadece sıkıcı değil, ama aynı zamanda en sevimsiz ve en tehlikeli insan tipidir. Onun amacı hakikatin ortaya çıkması falan değildir.
Ve onun “iyiliği” de otobüsten inene kadardır.