Beynimiz kendini iyileşmeye planladığında bazı durumlarda bunu başarabiliyor. Özellikle ağrı kesicilerde bu durum gözlenmiş. Yani beyin, ağrıyı geçireceğine inandığı bir şey yapıldığında zaten kendi ağrı kesicisini salgılıyor. Plasebo (yalancı) tedavi etkisi de beynin kendini koşullaması ile gelişiyor. Aslında çok mucizevi bir etki bu.
Daha önce ‘plasebo etkisi’ kavramını duymayanlar için açıklayayım. Herhangi bir rahatsızlıkta kullanılan ilaç (tablet ya da krem şeklinde olabilir) ya da tedavi biçimine şekil olarak tamamen benzeyen ama içerik olarak tedavi özelliği olmayan yalancı tedavi şekline ‘plasebo tedavi’ denir. Bu tedavi şeklinin etkilerine ise ‘plasebo etkisi’ denir. Daha açık olarak bir örnekle açıklarsam ağrınız olduğunda ağrı kesici yerine, aynı şekil ve renkte ama içinde şeker olan, ilaç olduğunu sandığınız bir tablet aldığınızı düşünün. Mantık olarak düşündüğünüzde aldığınız tablet, ağrı kesici değil şeker olduğundan ağrınızın geçmemesi lazım. Ama sonuçlar genelde öyle olmuyor. Hastaların belli bir yüzdesi gerçek ilaç içermeyen bu haplarla iyileşebiliyor. Peki plasebo ilaçlar nerede satılıyor? Öyle bir şey yok. Bunlar özel hazırlanan birebir taklit ilaçlar olduğundan sadece bilimsel çalışmalarda kullanılıyor. Bir ilacın gerçek etkinliğinin kanıtlanabilmesi için plasebo kontrollü çalışmalar yapılması çok önemli. Eğer piyasaya çıkacak yeni bir ilacın plasebo ilaçtan daha etkili olduğu çalışmalarla kanıtlanırsa, piyasaya çıkıp onay alabilmek için önemli bir engeli aşmış oluyor. Bugün konuşacağımız konu; ilaçların onay süreci değil, iyileştirme özelliği bulunmayan bu tabletler ya da başka tedavi şekillerinin gerçek bir hastalığı nasıl iyileştirebildiği. Örneğin eskiden acil servise gelen hastaların bazılarına içerisinde gerçek ilaç olan iğne yerine, tuzlu su yani serum bulunan iğne yapılırdı. Bu hastaların bir çoğu iyileştiğini söylerlerdi. Tabi ki ciddi bir durumda böyle bir şey yapılmazdı. Örneğin eşiyle/kayınvalidesi ile tartışıp fenalaştığını söyleyerek acile getirilen hastaların bir kısmında yapılan tahlillerle bir sorun saptanmayınca, kalçadan serum yani tuzlu su yapılırdı. Hastaların çoğu da çok iyi olduğunu söyler ve çıkış talep ederdi. Daha sonraları bunu yapmanın etik olup olmadığı konusu fazlaca gündeme gelince artık yapılmamaya başlandı. Bu örnek plasebo etkisini çok güzel açıklıyor. Gelen hastalar numara yapmıyorlardı, gerçekten fenalaşıyorlardı. Kendilerine iğne gibi ‘ciddi’ bir tedavi uygulandığını düşündüklerinde de hızlıca iyi oluyorlardı. Beynin kendini koşullama özelliği 1890’lı yıllarda ilk olarak Pavlov’un köpek deneylerinde gözlendi. Zilin çalması ile birlikte yemek yemeye koşullanan köpekler, zil sesini duyunca henüz yemeği görmeden fiziksel tepki (salya akması) göstermeye başladılar. Plasebo (yalancı) tedavi etkisi de beynin kendini koşullaması ile gelişiyor. Aslında mucizevi bir etki bu. Yani beynimiz kendini iyileşmeye planladığında bazı durumlarda bunu başarabiliyor. Özellikle ağrı kesicilerde bu durum gözlenmiş. Daha önce aspirin kullanarak diz ağrısı geçen hastalara, aspirine benzeyen ama içerisinde şeker olan plasebo tablet verildiğinde ağrının geçtiği gözlenmiş. Aynı Pavlov’un köpeklerinde zili gördüğünde fiziksel tepki gerçekleştiği gibi, ilacı görünce, içinde ne olduğunu bilmeden kendini iyileştireceğine inandığı için, beyin kendi ağrı kesicisi olan endorfin üretmeye başlıyor. Bunu test etmek için 1978 yılında Lancet dergisinde yayımlanan bir çalışma yapılıyor. Diş çekimi sonrası ağrı kesici yerine plasebo tablet verilen kişilerin yarısına endorfin salınımını engelleyen başka bir ilaç daha veriliyor. Beynin kendi ağrı kesicisi olan endorfin salınımı engellendiğinde plasebo etkisi görülemiyor yani ağrı devam ediyor. Yani beyin, ağrıyı geçireceğine inandığı bir şey yapıldığında zaten kendi ağrı kesicisini salgılıyor. İyileşme ile ilgili beynimizi kandırabileceğimiz birkaç konu daha var. Mesela ilaçların renginden etkilenebiliyor. Kırmızı, turuncu, sarı ilaçlar uyarıcı etki yaparken, mavi ve yeşil ilaçlar sakinleştirici etki yapabiliyor. Ya da daha pahalı ve kutusu daha güzel olan bir ilaçtan daha fazla fayda görebiliyor. Bütün bu etkileri gösteren bölge ise beynimizin ön kısmında bulunan prefrontal korteks. Bunun en güzel kanıtlarından birisi de; plasebo etkinin en az görüldüğü grup olan Alzheimer hastalarının, prefrontal kortekslerindeki beyin hücrelerinin hasarlı olması! İlginç bir şey daha; kafatasının ön bölgesine dışarıdan yerleştirilen büyük mıknatıs da plasebo etkiye engel oluyor. Prefrontal alandaki beyin sinyallerini etkilediğinden dolayı böyle bir etki gösterdiği düşünülüyor. Sadece ağrı tedavisinde değil, parkinson hastalarında ve bağışıklık sistemi sorunlarının tedavisinde de plasebo tedavi işe yarayabiliyor. Hastalıkların tedavi sürecinde pozitif düşünmek gerektiğini fazlaca duymuşsunuzdur. Kanser hastaları tedavi sürecinde morallerini yüksek tuttuklarında sonuçlar genelde daha yüz güldürücü oluyor. Aynı durum hasta-hekim ilişkisinde de bu şekilde ilerliyor. Hekimin güler yüzü, kullandığı sözcükler ve motivasyon gücü hastanın iyileşmesinde ilaçlar kadar etkili. Bir hekim olarak gelen şifanın plasebo ya da ilaç etkisi olduğunun hiçbir önemi olmadığını düşünüyorum. Doğanın inanılmaz bir dengesi olduğu gibi, onun bir parçası olan insan bedeninin de işleyişi dengeyi devam ettirmeye yönelik.