Schuster, Guti, Quaresma, Simao. Beşiktaş’ın öğüttüğü ya da öğütmek üzere olduğu adlar. İki sezon yetmiş bu tablonun ortaya çıkması için. Aslında geçen sezon orta sahada üst üste gelen sakatlıklar olmasa, bunlara Fernandes adı da eklenebilirdi kolaylıkla. Fernandes’in geçen sezonki kadro dışı dönemi ve takıma hangi koşullarda döndüğü herkesin malumu. Carvalhal’in demode sistemine az buçuk uyum sağlaması ve duran top becerisi sayesinde tutundu takımda. Yoksa, Guti’nin gönderilişinde kullanılan “sudan gerekçeler”in aynısı onun gidiş biletine de yazılacaktı.
Neden söylüyorum bunları? Çünkü şu son iki sezonun bilançosu çok açık: Nicedir “başkalarına benzeme hastalığı”na yakalanan Beşiktaş’ın oyuncu kazanma becerisi sürekli azalırken, “adam harcama konforu” neredeyse doruğa varmış. Faturayı teknik adama, oyuncuya, fırsat düştükçe taraftara kes. Harca harcayabildiğince. Bu kadar basit. Yukarıdaki adların hepsi de mi defoluydu? Ne talihsiz bir takımmış yahu Beşiktaş!
Schuster geldiğinde çok sevinmiştim. Sadece gözü kara bir “hücum futbolu” yandaşı olduğu için değil. Yıldız oyunculara kendi kapasitelerini sergileyecek bir taktik özgürlük tanıma ve “problem çocuklar”la baş edebilme becerisi taşıdığı için de. Schuster’in ardından takıma dahil edilen adlar da bu tercihin doğruluğunu kanıtlar gibiydi. Sonra ne oldu? Yana yakıla del Bosque için günah çıkaran, “Aynı hatayı bir daha yapmayız” diyen eski yönetim Schuster’in gidişine çanak tuttu, göz yumdu. “Başkalarına benzeme hastalığı”nın en bariz ve şiddetli belirtisi “Anında Başarı Saplantısı”dır çünkü. Anında başaramamıştı işte Schuster!
Schuster sonrası teknik adam tercihleri sözünü ettiğim “harcama konforu”nu besleyecek türdendi zaten. Teknik-taktik yetersizliğin bedeli yukarıdaki adların “değersizleşmesi” oldu. Değersizleşen yıldızların mali külfeti de cabası. Yeni yönetimin en büyük hatası da burada oldu: Örnekse, Q7’nin mali külfetinden kurtulmak için bu “değersizleşme”yi taraftar gözünde bir meşruluk aracı haline getirmeye çalıştılar. Yanlış yaptılar. İletişimi de yanlış kurdular. Gereksiz bir “çok seslilik” de işin tuzu biberi oldu. Beşiktaş taraftarı eski yönetimin sergilediği “Ben bilirimcilik”ten, “Yaptım oldu” hallerinden, “Ya tutarsa? Gör bak taraftar nasıl kıvama geliyor!” tutumundan yaka silkmişti. Tam da bu yüzden kaç aydır aynı şeyi söylüyorum: “Yeni yönetim taraftarın talep ve duyarlıklarına kulak vermekle yetinmemeli, bunların ‘sebepleri’ üzerine düşünmeli!” Yönetim bu sebepleri anlarsa, yapıp ettiklerini neden ayrıntılı biçimde gerekçelendirmek zorunda olduğunu da anlayacaktır. Kapalı zammından stadımız Şeref Bey’e, Q7’nin durumundan kongre yapısına kadar böyle bu. Doğru ve iyi anlatılmış gerekçeler taraftarda doğru karşılıklar bulacaktır vesselam.