Bir süredir ısrarla bazı hususların altını çizmeye çalışıyorum. Bugün de aynı şeyi yapacağım, çünkü şimdi yeni şeyler söyleme zamanı değil. Beşiktaş, geleceği açısından çok kritik bir dönemden geçiyor. Bir spor yazarı olarak bana düşen sorumluluk da kulübün geleceğini şekillendirecek konularda bazı uyarı ve önerilerde bulunmak. Sonuçları açısından en belirleyici nitelikte olacak husustan başlayalım:
Beşiktaş yönetimi takımın başına bir “sistem hocası” getirmeli. Modern futbolu özümsemiş, “ofans odaklı” bir oyun anlayışını benimsemiş, yenilikçi ve cesur bir teknik adam olmalı bu. Yönetim bugüne kadar hep lafta kalan “2-3 sezonluk sabrı” gösterme kararlılığında olmalı, hiçbir baskıya boyun eğmeyecek bir cesaret sergilemeli. Futbolda hiçbir şeyin garantisi yok; gelen teknik adam sistem yerleştirme ve sportif başarı konusunda beklenen hedeflere ulaşamayabilir elbet. O zaman da “sistem tercihi”ne sadık kalmak, “Ofansif ve pozitif futbol tutmadı, bari bir de ‘katenaçyo’yu deneyelim” dememek gerekir.
Vermeyi sevdiğim bir örnek var: Arsenal’da Wenger, Beşiktaş’ta Rasim Kara aynı yıl göreve başladı. Arsenal hala Wenger’le, Beşiktaş ise bir “teknik direktör mezarlığı” halinde. Wenger’in yolu kazaen Türkiye’ye düşse ne olurdu acaba? Bir kez daha altını çiziyorum: Mesele bir “oyun anlayışı”na karar vermekte. Dikiş tutmazsa, aynı yaklaşımda bir başka teknik adamı göreve getirmekte. Takıma belli oynama alışkanlıkları ve zihinsel bir disiplin kazandırmakta.
Beşiktaş’ın lige damgasını vurduğu Milne’li yıllar böyle bir tercihin ürünüdür. Yönetim tercihini “pozitif futbol”dan yana kullanmalı ve “kadro revizyonu” konusundaki kararları mutlaka yeni teknik adama bırakmalı. Akılcı ve soğukkanlı olma zamanı. Yönetime düşen, oyuncular hakkında kişisel (ya da medyanın, ya da camianın bir kısmının dikte ettiği) “görüşler”le hareket etmek değil, altyapıda son dönem iyice görünür hale gelen başıbozukluğu ortadan kaldırmak, profesyonel bir yapılanmayı ilk orada sağlamaktır. Bu sayede, geçen sezon hepimizi heyecanlandıran, ama kısa sürede boş çıkan “Schuster’in sistemi tüm yaş gruplarında uygulanacak” lafı bu kez bir karşılık bulur belki.
Biraz cesaret bile
İki sezondur birbirinden çelişik teknik-taktik tercihlerle yapboz tahtasına dönen Beşiktaş kadrosu için ilk günden beri hep aynı şeyi yazıyorum: “Bu kadronun yapısı ofansif.” Geçen sezon bunun sinyallerini almışken ve kadroda buna uygun bir yenilenme beklerken, Schuster’in gidişiyle herşey tersyüz oldu. Tarihinin en iyi kadrolarından birini yakalayan Beşiktaş’ta bu fırsatın iyi kullanılamaması beni çok üzüyor.
G.Saray maçının 2. yarısında gördük, biraz cesaret bile kadronun gerçek “oyun karakteri”ni sahaya yansıtmasını sağlıyor. Sezon başından beri “Cesaret Carvalhal, Cesaret” yazmaktan gına gelmişti. Tayfur Havutçu’ya da ilk günden aynı şeyi salık verdim. Neden bu kadar beklenir? Play-off’un ilk düdüğünden itibaren neden bu cesaret sergilenmez, anlamış değilim. “Tedbirli futbol”un demode uygulamalarının Türk futbolunu sürekli geriye götürdüğü, o sayede gelen şampiyonlukların “çocuk avutmak” gibi olduğu aşikar değil mi?
PFDK kararları
58. madde değişikliğinden sonra, “Şu mu olur? Bu mu olur?” türünden tüm tartışmalar için ne düşündüğümü gayet açık biçimde yazmıştım: “Bunlara kafa yormayı, ‘futbolseverlik’ tanımına hakaret ve ihanet olarak kabul ediyorum.” Buna ekleyecek tek bir sözüm yok. Yoruldum. “Futbol sadece futboldur, öyle olmalıdır” diye direten bir futbolsever olarak pes etmek üzereyim.
Az önce “tedbirli futbol”la gelen başarıdan “çocuk avutmak” diye söz ettim. 10 aylık soruşturma sürecine de yakışır aynı tanım. Futbolun her alanını “çocuksu bir zihniyet” kuşatmış, biz futbolseverlerin de bu “kandırmaca”ya dahil olması bekleniyor. Şimdi celallenip “Çocuk mu kandırıyorsunuz?” diye sormak bile abes. Dedim ya, pes.