Bu hafta üst üste gelen gelişmeler nasıl bir köprünün üzerinde olduğumuzu ortaya koyuyor.
Avrupa İspanya’yı takip ediyor. Çünkü İspanya, AB’ye ta-mam mı devam mı dedirtecek kadar büyük bir ekonomi ve sa-nıyorum İspanya, 15. yüzyıldan sonra, bu sefer de insanlığın ge-leceğinde önemli bir dönüm noktası olacak. Çünkü merkez Avru-pa -özellikle Almanya-Yunanis-tan krizinde durumu idare etti. Ama İspanya’nın öyle idare edilecek bir durumu yok ve Avrupa artık karar vermek zorunda.
Daha doğrusu IMF’nin yeniden yapılanması, fazla veren Asya ülkelerinin sistemde daha fazla yer alması ve bu bağlamda IMF kaynaklarının yenilenmesi ve buna bağlı olarak, krize uygun yeni IMF ‘çözüm’ reçetelerinin ortaya çıkması gerekiyor. Bu, hiç şüphesiz 2. Dünya Savaşı’ndan beri süregelen Bretton-Woods para sisteminin ve kurumlarının artık batı tarafından terk edilmesi gerektiği anlamına geliyor. İşte İspanya gerçeği, batı dünyasına artık bir gerileme dönemine girdiğini kabul ettirecek kadar önemli bir kriz.
Ama siz tarihin acımasızlığına bakın; aynı batı, zenginliği doğunun ve yeni kıta Güney Amerika’nın kaynaklarını talan ederek elde etti. Ve batının talanla gelen tarihsel ‘ilerlemesi’ buna bağlı olarak doğunun gerilemesi yine İspanya sahillerinden kalkan gemilerle başlamıştı.
Şimdi yaklaşık 500 yıl sonra, talanla başlayan, merkantilizm, sanayi devrimi, sömürgecilik ve emperyalizm ile devam eden batının bitmeyecek sanılan üstünlüğü bitiyor.
Başta Çin olmak üzere Asya’nın kaynakları yeniden batıyı kurtarmak için gerekli ama bu sefer batının karşısında pazarlık yapacak bir iktisadi güç var.
İşte bu gerçeği bugün görmeden hiçbir siyasi ve ekonomik gelişmeyi doğru değerlendiremezsiniz. Örneğin Suriye meselesi çok somut bir örnek. Hâlâ, ‘ABD emperyalizmi Türkiye’yi gaza getiriyor; emperyalizme direnen Baas rejimini devirmek için Türkiye müdahale edecek’ demek şu yaşadığımız krizi, dönüşümü, dünyada 1989’dan beri olup biten bütün siyasi gelişmeleri yok sayan bir cahilliğin ürünü değilse çok net bir siyasi pozisyondur. Ve bu siyasi pozisyon 21. yüzyılda faşizm tarafı olduğu gibi çöken bir paradigmanın figüranlığıdır.
Türkiye gibi ülkeler bu anlamda hem krizden çıkışın dinamiğini konsolide ediyor hem de bu bağlamda kendi ekonomilerini ve siyasetlerini yeniliyorlar. Örneğin dün gerçekleşen 28 Şubat operasyonları ve bunun daha öncesi, yani Türkiye’nin hem ‘yeni’ hem de ‘eski’ darbe süreçleriyle hesaplaşması bu tarihsel gerekliliğin sonucudur.
Hiç şüphesiz olmasın buradan geriye dönüş yok. Kolomb, nasıl 1492’de yola çıktığı İspanya kıyılarına geri dönmediyse doğunun yeniden yükselişi de geri dönmeyecek. Ama bu yükseliş, bütün bu süreçte batının kan ve savaşla-işgalle ördüğü yükselişten çok daha farklı ve insanı temeller üzerinde olacak.
Çok ilginç, bu tarihsel gerçeği, Wall Street Journal (WSJ) çok özlü bir şekilde itiraf etti. WSJ değerlendirmesinde, artık dünyanın güç dengelerinin değiştiğini kabul etmek gerektiğini vurgulandıktan sonra, ABD, Avrupa ve Japonya üçgeninin oluşturduğu ekonomik ve siyasi hegemonyanın çözüldüğü tespiti yapılıyordu. WSJ, yeni düzenin, Hindistan, Çin, Brezilya, Türkiye’nin eklenmesiyle üçgen değil yedigen (heptagon) olduğunu söylüyor.
21. yüzyıla daha giremedik...
Dün İstanbul Aydın Üniversitesi’nde Yeni Anayasa çalıştayı yapıldı. Şu sıralar Türkiye’nin her yerinde benzer sempozyumlar, çalıştaylar ve etkinlikler oluyor. Toplumların Anayasa ihtiyacı ya yeni bir toplumsal düzen ya da bir toplumsal uzlaşı ve bu uzlaşıya bağlı yeni bir başlangıç yapma isteğinden doğar. Bu anlamda Anayasalar bir toplumdaki siyasi yapılanmanın hukuki ifadesidir. Türkiye, dünyadaki bu değişimin tam ortasında yeni anayasayla bir başlangıca doğru yol alıyor.
Bakın Türkiye’deki bütün Anayasa süreçleri bürokratik süreçlerdir. Bir tek 1921 Anayasası farklıdır; ama bu farklılığı 1924 Anayasası tarihe gömmüştür. Ve 1924’te başlayan süreç, darbe anayasalarıyla devam etmiş, her dönem, her farklı sermaye birikim düzeniyle birlikte istikrarı, baskı ile sağlarken bürokrasinin anayasal düzeni de, hukuki meşruiyeti tesis etmiştir. Feroz Ahmed ‘Osmanlı İmparatorluğu 20. yüzyıla, 1900’de değil gerçek anlamda 2. Abdülhamit’in otuz yıl önce rafa kaldırdığı anayasayı yeniden yürürlüğe koyduğu 23 Temmuz 1908’de girdi’ der.
Şimdi de Türkiye, 21. yüzyıla yeni Anayasa ile gerçek anlamda girecek. Tabii Türkiye ile birlikte Ortadoğu’da...