Geçen haftayı New York/West Virginia/Washington hattında geçirdik. Amerika’daki akademisyenler topluluğu Wisdom’ın ve Dr. Murat Güzel’in davetiyle ‘’Siyaset Tasavvurumuz ve Siyasi Sorumluluğumuz” başlıklı oturumlarda Mustafa Şen ile birlikte katıldığımız münazaralar oldukça verimli geçti. Manhattan’da CihannümaUSA başkanı Levent Ali Yıldız ve MüsiadUSA Başkanı Mustafa Tuncer’le yaklaşan seçimler ve Başkanlık Sistemi hakkında yapılan yoğun katılımlı toplantıyla başlamıştı tempomuz. Washington’dan İbrahim Uyar’ın samimi çabasıyla buluştuğumuz Amerikalı gurbetçilerimiz, öğrencilerimiz, işadamlarımızın heyecanı kayda değerdi. Yaşar Çolak hocamızla ziyaret ettiğimiz Washington’daki çifte minareli Külliye’nin hatırasınıysa son nefesimize kadar taşıyacağız...
***
Mustafa Şen ile Genar’ın yıllardır uzmanı olduğu algoritmi temayülleri hakkında uzunca konuşma şansımız oldu. Biz dışarıdayken Abdülkadir Selvi’nin yazısıyla gündem yapan ‘’Yüzde 14 kararsızlar’’ ifadesini epey kritik ettik. Herşeyden evvel yüzde 14 kararsız şeklinde bir veri yok bunu söyleyelim. Lakin AK Partili seçmenin gücüne güvenerek sandığa gitmemesi halinde, seçimin galibi olsa dahi kritik bir sonuç çıkabileceği de aşikar. Bu yüzden AK Parti’nin 1 tek oydan bile vazgeçmemesi gerekiyor. Algoritmik dalgalanma enteresan bir şey; mevcut seçim sistemine göre, partisinin gücüne güvenerek sandığa gitmeyecek 1000 kişi, muhalif partilere verilmiş 220 oy anlamında sonuç doğuruyor mesela... Son düzlükte AK Parti’nin yapması gereken en önemli iş, tabanını sandığa taşıyabilmek. Üstelik AK Parti bunu sadece kendisi için değil, dünyada oluşturulmak istenen Türkiye aleyhtarı İslamfobik algıyı bozmak için yapmalı. Paralel yapının Amerika merkezli Türkiye aleyhtarı kampanyasını bizzat menşeinde müşahede edince, işin Türkiye’deki gündemden ibaret olmadığını daha iyi farkediyor insan malesef... Sandığa AK Parti için değil Türkiye için gitmemiz gerekiyor. Türkiye’yi Mısır gibi darbelendirebileceğini zannedenlere karşı bir cevap yazılmalı 8 Haziran’da.
***
Washington’da tamamlanmak üzere olan çifte minareli Külliye’yi ziyaretten selamlar getirdik hepinize. Garip bir hanımla garip bir muhavere geçti aramızda. Cebindeki mendili çıkartmış, bir yandan pencere pervazlarındaki tozları siliyor, bir yandan da aynı tozları ağlayan gözlerine sürüyordu... Altmış yaşlarına yakın bir kadın... Divane miydi neydi, caminin tozlarını sürme gibi çekiyordu çeşme olup akan kara gözlerine... Olay şöyle geçti:
İkindi vaktini cemaatle kıldıktan sonra resim çekmek istedim, baktım ki telefonum yoktu, herhalde abdest alırken aşağı katlarda bırakmışım dedim, Kevser arkadaşımız “Ben bakmaya giderim, siz merak etmeyin’’ dedi sağolsun. Tesbihat ve duayla meşgul olanların arasından çıkıp arkada pencerelerin olduğu tarafa geçtiğimde rastladım ona... İçim sıkkındı, herkes dua ediyor bense kayıp telefon yüzünden aminlerin içinden çıkmışım diye hayıflanırken pencere sahanlığına oturmuştum...
Selam verdi; “Hazırlanın demeye geldik...” dedi kısık sesle... “Hazır olan, Hızır olan gibidir...” dedi ardından.
“Bu minareleri öyle çok bekledik ki biz” dedi sonra...
Selamını aldım, “Siz kimsiniz” dedim...
“Biz bekleyenleriz” dedi. “Yani isimsiz, talepsiz kimsecikleriz, gurbet ehliyiz, ibni sebiliz, yola çıkmışlarız, emekçiler, talebeler, sonra şu dışarıda kanat çırpan kuşlar, yaprakları hışırdayan şu ağaçlar, vızıldaşan arılar da bizdendir... Biz bekliyorduk ve hazırlanıyorduk gelecekleri güne...”
“Kimlermiş ki o gelecek kişiler...”
“İman edenler, salih amel işleyenler, birbirlerine Hakkı ve Sabrı tavsiye edenler... Çok bekledik bu camiyi biz... Her taşında her kum tanesinde duamız, sebatımız, umudumuz vardır... Ben sadece elli yıldır bekliyordum, elli yıldır hazırlanıyordum Washington’daki bu minarelerden yükselecek davet sesine... Duyduk ki İstanbul’dan gelmişsiniz Eyyubel Ensariye selam olsun. Minareden minareye yankı vardır. Tayyip Erdoğan’a selam söyleyin, camimizin himayedarıdır...”
“Nerelisin, neredensin, kimlerdensin teyze?”
“Yol oğuluyuz dedik ya, gurbetçiyiz, epey olmuş biz buraya geleli. Bu mescidin cemaatiyiz. Duyduk ki Türkiye’den gelmişsiniz. Berat Albayrak’ın arkadaşları davet etmişler sizi. Berat adlı o gence ve arkadaşlarına selam söyleyin, en uzun denizi geçerek geldiniz bu mescide ve yine en uzun denizi aşarak gideceksiniz memleketinize. Allah izin verirse geçilir tüm denizler. Geçen hafta Afrika’dan gelen misafirlerimiz vardı bu mescidde. Ali isimli bir hafız çocuktan söz ettiler. Yetimmiş Ali, Allah’ın kelimelerini muhafaza etmek işi de ona düşmüş işte... Ali de bekleyendir, Ali de bir başka mescidin cemaatidir. Şimdi hazır mısınız Ali’ye?Unutmayın ki “hazır olan Hızır olan gibidir”... Sağa sola bakmayın, kim demiş kim dememiş bırakın, dosdoğru gidin. “Oku sen atmadın Allah attı” diyor ya Kur’an... Sen yol almaya bak, yolun kendisi ol. Yolda soru sorulmaz bu seni geciktirir, sen hazır ol yeter... Yola revan ol...”
***
Konuşma devam edebilirdi lakin bizlere namaz kıldıran İmam Efendinin dört beş yaşlarındaki kızı saklandığı minberin merdivenlerinden hızla koşarak kucağıma geldi. Ona sarılıp saçlarından öperken telefonum çalınca sırt çantamın dibine sıkışmış olduğunu fark ettim. “Geç kalmayalım arkadaşlar bekliyormuş” dedi tesbihatı tamamlayanlar. O arada çıkmış olmalı konuştuğumuz hanım, bir daha göremedim ama selamını taşımak borcumuz oldu işte...