Cuma sabahı bir meslektaşımla beraber Şikago Küresel İlişkiler Konseyi’nde (CCGA) düzenlenen bir toplantıdaydık. Konuşurken en çok İsrail’le ilişkilerin geleceği ve Türkiye’nin istikrarı üstüne durulduğunu fark ettik. İsrail, pek çok Amerikalı gibi Şikagoluları da çok yakından ilgilendiriyor. Ama en çok da iç politikanın muhtemel seyrini merak ediyorlar.
Toplantı içinde ve dışında konuştuklarımızdan Gezi Parkı olaylarını en başından beri önemli gördükleri, Başbakan Erdoğan’ın yaptığı son açıklamaları bizden de ciddiye aldıkları anlaşılıyor. Amerika’nın dış politikası üstünde etkili olan bu insanlar bariz bir şekilde ifade özgürlüğünün önündeki engellerden ve özel hayata müdahale mesajları içeren siyasi yorumlardan rahatsızlık duyuyorlar.
***
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın bir süre önce Şikago’da yaptığı konuşmadan etkilenmişler. Ancak geçtiğimiz yıl burada CCGA ile birlikte IKU-GPoT olarak ortak NATO Sivil Zirvesi düzenlerken gördüğümüz ve hissettiğimiz güçlü Türkiye imajı ne yazık ki bir yıl içinde erozyona uğramış. Sağlam duran, gerektiğinde dik başlı hareket edebilen Türkiye algısı yerini kırılgan bir Türkiye algısına bırakmış.
Doğrusu ben ekseninin kaymasından şüphe edilen Türkiye algısını bile demokratik zafiyetinden kuşkulanılan Türkiye algısına tercih ederim. Umarım ülke siyasetini yönlendirenler yaptıkları açıklamaların, verdikleri kararların sadece içeride değil dışarıda da sorun yarattığını görürler. Özel hayata müdahale olarak adlandırılabilecek açıklamalardan ve eylemlerden “özellikle” kaçınırlar.
Galiba en çok yapmaları gereken de ülkeyi -aslına bakarsanız kendi partilerini de- aile metaforu ile anlamaya, anlamlandırmaya ve anlatmaya çalışmaktan kaçınmak. Öyle yapmaya kalktıklarında seçmenin temsilcisi olmaktan çıkıp vasisi haline dönüşüyorlar, siyasete hakim olması gereken hukukun yerine ahlakı ikame ediyormuş izlenimi veriyorlar. Türkiye’de farklı ahlak anlayışlarının var olduğu gerçeğini görmezden geldiklerine dair inanç güçleniyor.
Sonuçta ise gerilim çıkıyor. Herkes, her şey gerilimden etkileniyor. İktidar partisi bile sarsıntı geçiriyor. Hadi diyelim ki ona yaradı ama Türkiye’ye yaramıyor. Yatırımcı tereddüt etmeye, siyasetçi önyargıları içinde Türkiye’yi değerlendirmeye başlıyor. Siz kendinizi ve ülkenizi ne şekilde savunursanız savunun algı değişmiyor. Ülkeniz kırılgan görülüyor, yapılan ve başarılan hiçbir şeyin önemi kalmaz hale geliyor.
Ülkeyi aile, lideri de “baba” olarak görme ve gösterme alışkanlığı yeni değil. İmparatorluktan bu yana süren bir gelenek. Otoriteyi “şefkat” ile birleştirme, baskının aslında toplum için iyi olduğunu gösterme aracı. Tek parti döneminde de, daha sonraki dönemde de baba denmese bile başarılı liderler hep babacan oldular. Demirel “Baba” adıyla bu babacanlığın en son cismi tezahürüydü.
Fakat demokratikleşmeyle birlikte giderek daha fazla insan seçtiği liderden babalık değil sorunlarına çözüm üretmesini, kendisini siyasal alanda temsil etmesini istemeye başladı. Liderler topluma hizmet, partilerine yön verecek insanlar olarak görüldü. Toplumun tümünü yönlendirmeye kalkıştıklarında, topluma kendi değerlerini dayatmaya çalıştıklarında ya da böylesi bir teşebbüsün içinde oldukları düşünüldüğünde tepki aldılar.
***
Gezi Parkı diğer pek çok nedenin yanı sıra bu toplumsal dönüşümün anlaşılamamasının sonucuydu. Türkiye’yi oluşturan mozaik içki yasakları olarak algıladığı düzenlemeye ve ataerkil değerleri yansıtan aile anlayışının siyasete taşınmasına karşı çıktı. Çünkü bizatihi ataerkil aile yapısı değişti, baba pek çok yerde ve hukukta ailenin reisi değil. Kendi ailesindeki otorite ilişkisini tanımayan insanlara otoriteyi önemseyen aile analojisi üstünden yaklaşmak imkânsız hale geldi.
Babanın iyi niyeti artık eyleminin meşru görülmesine yetmiyor. Son AB İlerleme Raporu’nda belirtildiği gibi belli başlı konularda kararlar verilmeden önce topluma daha fazla danışmak, konsensüs yaratarak ilerlemek gerekiyor. İstişare ailenin bile temel özelliği olmuşken ve dayatma boşanma nedeni sayılabilecekken, aklımızdaki ideal aileye benzettiğimiz toplumun daha farklı hareket etmesi imkânsızdır.