Önceki yazımda kültürel emperyalizmin kitleleri aidiyet hissinden uzaklaştırdığından bahsetmiştim. Oysa halkların hafızalarına ve ruhsal durumlarına saygı duymak, isteklerine özen göstermek ve onları benlikleriyle barıştırmak, tarihsel gerekliliklerdir. “Arap meselesi” asla toplumları siyasi olarak sömürgeleştirmeyi başarmış zalim diktatörlerden kaynaklanmadı; yabancılaştırmanın, felç etmenin ve -yok edici değilse- entelektüel anlamda sömürünün sürdürülmesinden kaynaklandı.
Benliği yeniden kazanma süreci, anlamlı bir uzlaşıdır. Onları biçimlendiren ve besleyen inanışlarla beraber kültürler, bir veya birden çok dil etrafında kümelenen ve anlam üreten değer sistemleri, gelenek dizileri ve alışkanlıklardır: Özbenlik, şimdi ve burası, toplum ve yaşam için. Kültürler sadece akıl yapıları değildir: Kolektif akıl ve kolektif hafıza, ortak psikoloji ve duygular, ruhsal ve sanatsal paylaşım yoluyla şekillenirler. Arap uyanışı; bireylerin ve toplumların özgürleşmesinin asli boyutlarını dikkate almamayı göze alamaz.
Kültürel özgürleşme mecburidir ve bütüncül bir yaklaşım gerektirir. İlk adım olarak kendini temsil, eğitim yoluyla yeniden şekillendirilmelidir. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bunun gerçeklemesine hala vakit var. Eğer dinin mesajı maneviyatla bağdaştırılacaksa, kendini kültürel olarak gerçekleştirme yalnız herkesin diline, hatıralarına ve mirasına saygı ile ve azınlıkların etnik bağlarının ve dillerinin olumlu biçimde bütünleştirilmesi ile başarılabilir.
***
Batı ile birlikte, Afrika, Müslüman Doğu ve Asya, küreselleşmenin olumsuz etkilerinin tuzağına düştü. Bunlar kültüre ve kimliğe yönelik dışlayıcı, hizipçi hak taleplerini içerseler de bunlardan ibaret değiller. Aynı hak talepleri şu anda Arap dünyasının her köşesinde mevcut. Ulusal aidiyet hissini belirleyen ortak zeminden çıkarılan sosyal politikalarla ortaklaşa olarak geliştirilmesi gereken kültürel politikalar, bu yüzden bu kadar önemli.
Kültür, anlama bir ufuk katar. Kültür ve gelenek mirası dahilindeki her şey övgüye değerdir. Kültürel özgürleşme için, paralel ve/ya ikincil yabancılaştırmanın tüm olası biçimleri sorgulanmalıdır: Ekonomik olarak zapt edilme, kültürel emperyalizm kadar yıkıcı olabilir. Bir anımsatıcı olarak belirlenen maneviyat, kendi içinde ve kendi vasıtasıyla bir anlam arayışı olarak, bireysel ve kolektif bir özgürleşme eylemidir. Yine de toplumun içinden çıkan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dakiler de dahil çoğulculuğa saygılı, açık, yapıcı bir iştirakin parçası olmalı; içeriği, her ulusun hikayesini oluşturan kültürlere biçim veren nihai hedefleri belirlemelidir.
Kültür, hafıza ve kimliği savunmak demek; onların anlamlı olduğunu savunmak ve günümüz meselelerini irdelemeye yetkin olduklarını onaylamaktır. Benliğini savunmak; bir özne olmak, kardeşlerinin, toplumunun ve doğanın olduğu kadar kendi yüreğinin, bedeninin ve zihninin sorumluluğunu almaktır. Ahenk içinde olma gerekliliği inkar edilemez; bu gerçek refah ve özgürlüğün şartıdır. Bugün Batı toplumları halklara sıkıntı veren açıkları hesaplıyor ve bir korku ve güvensizlik kültürünü devam ettirerek demokrasinin ilkelerini zayıflatıyor. Yüreğin huzurlu olmasının tam zıddı, zihnin güvensiz olmasıdır. Arap toplumları, belki başka şekillerde fakat aynı yoğunlukla benzer bir kriz yaşıyor. Bir anlamsızlık illetinden muzdaripler ve ne devrim ne de politik özgürlük, hem Doğu hem de Batı’nın temellerini çürüten tedirginlik duygusunun üstesinden gelemeyecektir.
* Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.