90’lı yıllarda girmediği kavga kalmamış, 2003 yılında eşine verdiği kesin söz nedeniyle medya yöneticiliği ve her türlü polemikten elini-eteğini çekmiş bir gazeteci için iyi bir deneyim oldu... “Diliniz KABA Vicdanınız TAŞ” yazısından sonra yaşadıklarım, Türkiye’nin yaşamakta olduğu tabloyu göstermesi bakımından önemliydi.
1. Sosyal medyadan akan tepkilerde saygıyla karşıladığım kesim, Gezi Parkı olaylarına çağdaş demokrasi çerçevesinde muhalefet hakkını kullanarak katılmış olanlardı. Tepkilerini son derece seviyeli, aslında bir “medya analizi” olarak değerlendirilebilecek yazıma dönük zarif çizgilerde belirtiyorlardı. Toplumun okumuş-yazmış kent orta sınıfını her zaman önemsedim ve 2013 olaylarında muhalefet haklarının yalnız polis değil, kendilerini “darbe süreci” için kullanmaya kalkan “siyasi vandallar” tarafından da ellerinden alındığına inandım.
2. Belli bir odak tarafından yönlendirildikleri çok belli TERBİYESİZLER... Aşağılayan, küfür eden, sosyal medya terörü estiren, saklı kimliklerinin arkasında bir insana yüz yüze asla söyleyemeyeceği sözleri 140 karaktere sığdıran KORKAKLAR TAYFASI... Arkadaşlar, bunların bir “cemaat disiplini” içinde hareket ettiklerini söylediler. Gülüp, geçtim...
3. Yakın çevremden çok eleştiri aldım. Sorduğum bir soru üzerine ortaya korkunç bir tablo çıktı: Hepsi yalnız başlığa bakmış, yazıyı okumamışlardı!.. Bu, günümüz insanının “önyargılar cephesinde” ne kadar kolay yönlendirilebileceğinin vahim tablosudur.
•Medyanın hali berbat...
Oysa, yazılarda, “Kabataş iddiası doğrudur/yalandır” anlamına gelebilecek bir cümle görmedim. Söylenen, kadın meslektaşlara dönük linç kampanyasına net bir karşı çıkıştı. Bu tür bir linç, kime yapılırsa yapılsın, kıdemli bir gazeteci olarak yarın yine aynı tavır içinde olurum.
Buna rağmen, medyanın bir kesiminden gelen yorum “yalana sahip çıkıldığı” yönündeydi. “Yalan” kanısına, o dönemin emniyetçilerinin bugün cezaevinde, mobese sisteminin ise aynı ekibe yakın şaibeli bir şirketin kontrolünde olduğu açıkken nasıl varabiliyorlar, anlayamıyorum. Bir gazeteci hukuki süreç sonlanmadan kesin kanaat belirtebilir mi, hayır.
“Yandaş yazarlar” tanımlaması ise, yayıncılığın her zaman ihtiyaç duyduğu “zeka kıvılcımından” uzak ve sıradandı, IQ derecelendirmesinde sınıfta kalan fakat “maksatlı” bir tanımlama. Bence, toplumun bir kesimi Zaytung kıvraklığnda gelişirken, diğer kesim beyin donması yaşıyor. Örneğin, Zaytung’da yer alan, ‘Diliniz KABA, Vicdanınız TAŞ’ Başlığını Atan 13 Yazar, Kendilerini Savunurken Atacakları Ortak Başlığı Belirlemek Üzere Bir Araya Geldi...” manşeti beni çok güldürdü.
Ama bu arada, aramızdaki telefon zincirini kuran arkadaşlara da biraz gönül koydum. Olayı tartışma programlarında “patlatan” şahısları bana gazeteci olarak belirtmişlerdi, özellikle ikisinin bir siyasi partinin aktif üyeleri, hatta birinin de Parti Meclisi üyesi olduğunu sonradan öğrendim.
Yandaşlıklarını “parti üyeliği” ile tescillemiş insanların değil de, bugüne kadar aldığı tekliflere rağmen hiçbir siyasi partide rol almamış, Ankara siyasetini ise hayatı boyunca düşünmemiş şahsım nasıl “yandaş” oldum anlayamadım.
Çifte standartın girdiği yerde adalet olmaz. Düne kadar Genel Yayın Müdürü makamında otururken, şimdi bir partinin üst yönetimine oynayan (ki, demokratik hakkıdır, asla eleştirmem) bir gazetecinin yayıncılığındaki “yandaşlık” sorgulanmazken, o kelimenin belli bir kesime karşı bu kadar pervasızca kullanılması dikkat çekicidir. Yapılan, bir gücün Türkiye’de “tek sesli” medya arzuladığı, farklı görüşleri de cepheleşme mantığıyla sindirmeye çalıştığıdır, bunu yemem...
•Adam asmaca...
Gördüğüm, medyanın bir kesiminin TERBİYESİZLER kesiminin sapık ruhuna dönük yayıncılığı tercih ettiğidir. (Kadın meslektaşlarıma atılan tvitlerin önemli kısmı bana da geldi kendilerinden erkek olarak özür diliyorum.)
Bu tercihi ete-kemiğe büründüren pek çok yorum, manşet, TV yayını oldu. Biri “Sizi gidi yalancılar sizi, hadi uzayın...” cümlesiyle “racon kesme” boyutunda olunca dikkatimi çekti. Nedeni, içinde yer alan bir “varsayım...” Arkadaş, aynı olayın laik/başı açık bir kadının başına gelmesi halinde bir kesimin “uzayın” diyeceğini savunuyor... Ama ortada bu varsayımı kanıtlayacak bir olay yok, olmamış, yaşanmamış... Kendine “gazeteciyim” diyen bir insan, nasıl, bu kadar cepheleştirici, toplumun geniş bir kesimini töhmet altında bırakan bir varsayımın altına imza atabilir?..
Bu nedenle, “yargılanacaksınız” iddiasının devamına “asacak mısınız” başlığını ekleyen Ahmet Kekeç ve Ahmet Taşgetiren gibi “naif” davranmayacağım...
Beni asacak adam anasından doğmadı...
Hele asacak adamlar “hadi uzayın” diyenin tıynetinde ise, hiç doğmadı...