Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımız Sema Ramazanoğlu Hanımın Bakan olarak tensip edilmezden evvel sosyal medyada kullandığı ardıl kimliğiydi: ‘’benbirkulum1’’. Resmi görevini üstlendikten sonra, kendisinden evvel bakanlık etmiş kimseler gibi Sema Hanım da özel adresini bıraktı. Artık resmi bakanlık adresinden takip ediyoruz kendisini.
‘’benbirkulum1’’ üzerinden bir tartışma yaşandığını bilmiyordum. Bir muhabir arkadaşımızın ‘’siz bir kul musunuz bir?’’ şeklindeki telefonuyla haberdar olduğumda da hem soruya şaşırmış; hem de hiç teklemeden; ‘’evet, ben bir kulum bir’’ demiştim. Bana ulaşan polemik; ‘’kul’’ kelimesi üzerinde yoğunlaşıyordu. Dini terminolojideki ‘’kul’’, İlah olan Allah’ın meluhu olarak ferdin, onurla taşıdığı, taşıyacağı bir tanımdır. Allah’ın kulu olmak bilinci, İslami tevhid akidesinin ilk ve en temel bahsidir. Lakin günlük dilimizdeki kullanımı, Allah dışındakilere kul köle olmak babından daha ziyade eleştirel anlamda sarfedildiğinden, ‘’kul’’ kelimesi bizde, sanki değer kaybına uğramış gibidir. Bizde ‘’Allahın kulu’’ ifadesinden çok, ‘’onun bunun kulu kölesi’’ gibi ifadeler daha fazla yer tuttuğundan, ‘’kul’’ kavramını irkiltici buluruz genelde... Sadece bu bilinçaltı bile, günlük hayattan eksilttiğimiz tevhid anlayışını ortaya koyuyor. Veya din/hayat ayrıştırmasında yaşadığımız aşırı titiz yarılmayı... ‘’Allah’ın işleri ayrıdır, hepimiz Allah kuluyuz ama sen böyle uluorta kulum derken neyi kastediyorsun, kime kul köleymişsin anlayalım’’ şeklinde bir huzursuzluk...
‘’Koskoca Bakan... Koskoca doktor... Hala ben bir kulum diyor’’... Şeklindeki homurdanmalar, bunu gayrıciddi buluşlar vesaire, basit bir polemik gibi dursa da, zihinlerimizdeki ciddi tevhidi yaralanmaya temas ediyor aslında. Evet! O bir kul! Bakan olmasından, doktor olmasından, annesinin kızı olmasından, isminin Sema olmasından da evvel; O bir kul!
Sadece o mu? Alemlere Rahmet olarak gönderilmiş Son Peygamber Hz.Muhammed (sav) dahi, ‘’abduhu ve resuluhu’’ yani ‘’Allah’ın kulu ve elçisi’’ künyesi ile namlıdır.
***
Siyaset ve devlet, resmi bir şekle, resmi bir yüzeye, zorunlu olarak intikal ettiriyor muhatabını. Kamusal olan ile özel olan arasındaki sınırın en bariz göstergesi; objektiflik, tarafsızlık şeklinde kurallaşıyor. Devlette görev yapan insanların, rutin ve mekanik bir tekrarla kendi kimliklerinden sıyrılmış bir tarzda hizmet vermeleri, devletin belirlediği şekil ve şartlarda görünmeleri, konuşmaları, iş görmeleri bilgisiyle büyüdük hepimiz...
Devlette görev yapan kadınlar için bu daha da keskin sınırlarla belliydi. Onları ya kısa saçlı, ya saçları arkadan toplanmış, kibar ve koyu renk etek döpiyesleri, hatta ses tonlarına kadar elden geldiğince ‘’usturuplu’’, kadın ve anne olduklarını asla ifşa etmeden, mümkün mertebe erkeksi, güçlü, hatta erkeğin bıyıksızı olarak tanımladık uzun yıllar boyunca. İspanya’daki kadın bakanın o karnı burnunda haline hiç de bakmadan Ordu’yu selamlayışı tüm dünyaya şafak attırmıştı hatırlayalım... Orduydu bu, devletti bu, o hamile kadın, o içinden insan çıkartacak insan, nasıl olurdu da ciddiyeti, disiplini kökünden sarsacak böyle bir işe girişebilirdi...
Başörtü meselesi de buna yakın bir tepkiyle karşılaşmıştır... Bize evi, annemizi, rahmetli babannemizi hatırlattığı sürece masum bir hatırayken, toplum içine çıktığında hele hele devlette gözüktüğünde, birşeylerin sarsıldığı hissine kapılırız. Başörtüsünün kamusal objektivizmi, tarafsızlığı zedelediğinden, kadınları indirgeyip eşitsizliğe yol açtığına dair bir ton püskürtmeyle karşılaşırız.
Bu önyargıları, şaşırmaları, irrite olmaları biraz eşelediğimizdeyse, aslında kamu veya devlet dediğimiz şeyin ‘’erkek’’ olduğuna dair zihinlerimize zerk edilmiş modern/kült bir bilgiyle yüzleşiriz. Modern düşüncenin bilimsel objektivizm adı altında kurallaştırdığı toplumsal tasarım, erkeklere has bir dünyadır. Sadece kurumlar, işleyiş düzenekleri, görüntü ve şematik istif sistemi değil, dil adabı, konuşma ve yazışma, protokol ve perspektif bile, erkek olanın ‘’asliyet’’i üzerine inşa edilmiştir...
***
Dr.Sema Ramazanoğlu Hanım, gerek hekim gerekse siyasetin mutfağından gelen bir isim olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığında önemli vazifeler göreceğini umut ettiğimiz değerli bir kimsedir.
Siyasetçilerin başörtülü olması veya konuşmaya Besmeleyle başlaması gibi konuların onların tarafsızılığına engel olacağını zannetmek kadar, onlara ekstra değer veya dokunulmazlık bahşedeceğini düşünmek de artık eskide kalmadı mı? Buna Kürtçe’yi de ekleyelim. Ne oldu? Devlet yıkılmıyormuş işte. İmaj, kahramanlık da değil... İşimize bakalım.