Medya patronlarının önüne çıktıkları komisyonda sorulara muhatap olduktan sonra Meclis kapısına yönelişleri sırasında yüzlerindeki ifadeye dikkat ettiniz mi? Üzerlerinden ağır bir yük kalkmış, olağanüstü rahatlamış görünüyorlardı...
Halbuki tersi olmalıydı.
İngiltere’de merkezinde ‘dünyanın en büyük medya patronu’Rupert Murdoch’un bulunduğu ‘telekulak skandalı’ Guardian gazetesinde çıkan ısrarlı haberlerle patladı patlamasına, ama ‘Murdoch İmparatorluğu’nu İngiltere’de dize getiren milletvekillerinin konuya sahip çıkmasıydı.
Parlamento’ya bitişik Portcullis House’ın Wilson adı verilmiş odasında yapıldı sorgulama. İçeriye elli kadar izleyici de almıştı komisyon; ancak canlı yayınla bütün İngiltere hesap sormayı izlemişti. Özellikle İşçi Partili Paul Farrelly ile Tom Watson karşılarına gelenleri müthiş sarsıcı sorular yönelttiler. Komisyonun Muhafazakâr Partili başkanı John Whittingdale de onlardan geri kalmamak için çaba sarf etti.
Rebekah Brooks, Rupert ve James Murdoch komisyondan alı al moru mor bir halde çıktılar. Orada açık ettiği yanlışlıklar yüzünden İngiliz polisi ertesi gün Rebekah Hanım’ı tutukladı.
Bizde küçük bir odada yapılıyor ‘28 Şubat alt-komisyonu’ toplantısı. Üye milletvekilleri ve komisyon danışmanları dışında birkaç da muhabir içeriye alınıyor.
Komisyon üyelerinin birine, “Karşınıza dönemin en dişli ‘kahramanları’ gelecek; danışmanlarınız sizler için hazırlık yaptılar mı, sorularınız hazır mı?” diye sormuştum. Hazır oldukları cevabını verdi.
Murdoch ve avanesini sorgulayan Parlamento komisyonu görevini şöyle belirlemişti: “Bizim insanları yargılama hakkımız yok. Hapse de gönderemiyoruz. Ancak öyle sorularla sarsabilir ve öyle cevaplar vermeye zorlayabiliriz ki, sonradan inkâr edemeyecekleri o sözleri yüzünden mahkemelerde hesaba çekilirler...”
Tahmin edilebilir sorulara önceden hazırlanmış cevaplar alındı bizde; hemen her iddiayı bir biçimde savuşturdu katılımcılar... ‘Ülkemizin en büyük medya patronu’, kendisine yöneltilen “414 el kaosa kalktı” manşetiyle ilgili soruya, “Keşke bunu dün karşınıza gelen dönemin yayın yönetmenine sorsaydınız” bile dedi...
En dikkat çekici nokta, ‘ülkemizin en büyük medya patronu’nun, kendisini askerler üzerinde etki uygulamakla itham eden bir soruya cevap verirken, “Siz öyle bilin, benim gazetelerim vardı ve evet güçlü görünüyordum, ama asıl güçlü oydu” diye ‘ülkemizin en büyük işadamı’na atıfta bulunmasıydı...
Ne demek istedi acaba?
Amacı ‘darbeleri soruşturma’ olunca devletin her kademesi komisyonun çalışmalarına yardımcı olma gayretinde. Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı istenilen belgeleri ihtiva eden klasörleri komisyona göndermiş... Bir komisyon üyesi, “Milli Güvenlik Kurulu kararlarını ‘devlet sırrı’ gerekçesiyle bizden esirgediler” görüşünü dile getirdi, ama komisyon başkanı “Onlar da geldi” bilgisini verdi.
MGK kararları da geldiyse gerçekten ve 12 Eylül 1980 sonrasında yapılan toplantılarda görüşülen ve karara bağlanan bütün konuları kapsıyorsa, ‘fâili meçhul’ diye dosyası kapatılmış veya ailelerin bile “Failleri bulundu, ama bu bir devlet operasyonu olabilir” kuşkusunu dillendirdiği siyasi cinayetler ile ilgili ipuçları bulunabilir.
Patronların dinlendiği gün, benzer bir komisyonun önüne çıkan eski Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök darbeler öncesinde sivillerin teşvikçiliğine dair bazı açıklamalarda bulundu. Kenan Evren de benzer bir iddiayı vaktiyle seslendirmişti.
İsimler? Kimdi bu teşvikçiler? ‘Ülkemizin en büyük medya patronu’“Benden güçlüydü” derken teşvikçiyi mi ele veriyordu acaba?
Böyle diyen de çıktı biliyorsunuz...
Emin olmak için yapılacak şey basit: Genelkurmay Başkanlığı isteyen herkesin elini kolunu sallayarak girebildiği bir yer değildir; önceden randevu alınır, gidildiğinde her söylenen kayda geçer... 2002 ilâ 2010 arasında hangi işadamları -tek veya grup olarak- Aslanlı Kapı’dan geçmiş, kimlerle ne görüşmüş, bunları da Genelkurmay’dan isteyiversin komisyon...
O zaman çok hayırlı bir iş daha yapmış olurlar...