Farklı bir ülkede, başka anne-babadan doğmuş olsaydım, farklı bir kökenim bulunabilirdi; ama Türkiye’de doğdum ve kendimi bugüne kadar hep ‘Türk’ bildim. Al bayrak, her gördüğümde, beni heyecanlandırır; İstiklal Marşı söylenirken gayr-ı ihtiyari toparlanır, ben de koroya katılırım...
Benim ‘Türk olma’ tanımım çok basit: Ait olabileceğim diğer kökenlerden hiçbirine duymadığım kadar kendimi ‘Türk’ kimliğine yakın hissediyorum. Anamdan öğrendiğim dilin Türkçe olması, sanıyorum, kimliğimin oluşmasında en önemli etken.
Ara sıra sorun çıkarsa da ‘Türk’ olduğumla her zaman gurur duydum.
‘Kürt’ veya başka bir etnik kökenle doğsaydım ya da ‘Kürt’ veya başka etnik kökenden olduğumu sonradan öğrenseydim, onunla da gurur duyardım. Etrafımdakilerin farklı kimlikleri beni hiç rahatsız etmez.
Etnik kimliğin ayrıştırıcı değil, birbirini tanımaya yararlı olduğuna inanıyorum. Beni ‘ben’ yapan özelliklerimden yalnızca biri etnik kökenim; insana dair öteki olumlu özelliklerden mahrum isem yalnızca ‘Türk’ olmamın bana bir değer kazandırmayacağının bilincindeyim.
Şu sıralarda, ‘Kürt sorunu’ üzerinden terörle vedalaşma çabaları gösterilirken, bazıları, ‘Türklerin hassasiyeti’nin de düşünülmesi gerektiğini söylüyor ya, o hassasiyete sahiplerden biri de benim. Hassasiyetlerimin dikkate alınmasını çok isterim.
İlk hassasiyetim ‘kayıplarımız’ ile ilgili: Bu vatanın çocuklarından tek birinin bile, benim hassasiyetim bahane edilerek, burnunun kanamasını asla istemem. Çatışmalarda, terör eylemleri sırasında hayatını kaybedenlere yanan bir yüreğim var; yüreğimin daha fazla yanmaması için başka hassasiyetlerimden kolayca vazgeçebilirim.
Tek bir çocuğun, gencin, yetişkinin anlamsız bir savaş yüzünden hayatını kaybetmesindense, ben bütün hassasiyetlerimden fedakârlık etmeye hazırım. ‘Hayat’ bütün kutsalları tanımaya yaradığından hiçbir kutsalla yer değiştiremez; ‘hayata kastedenler’ kutsalın da can düşmanıdır.
Hassasiyet önemliyse, benim bu hassasiyetime önem verilmesini isterim.
‘Kürt’ olsaydım Kürtlüğüm ile de gurur duyardım ya, ‘Kürt’ olduğum için eksikli görülmeyi de asla kabul etmezdim. Can almak ve canlara mâl olmak dışında her yönteme başvurup ‘eşit’ olma mücadelesi verirdim. Anadilim üzerindeki baskıların kalkmasını, onunla konuşabilip yazmayı, onu öğrenmeyi ve öğretmeyi arzular, gerçekleşmesi için de çabalardım.
Çabalarımı takdir etmeyenleri ben de takdir etmezdim. Ancak haklar mücadelesini yürütürken benden farklı özelliklere sahip olanların hassasiyetlerini de gözardı etmezdim. Hassasiyetlere saygılı olanların hassasiyetlerine saygı gösterilir çünkü...
Görüyorsunuz, ‘hassasiyetler’ sorunu büyütmüyor, tersine çözüme katkıda bulunuyor... ‘Türk’ kendisinin ‘hassasiyet’ beklediği konularda ‘hassasiyet’ gösteren ‘Kürt’ ile, ‘Kürt’ de kendisinin ‘hassasiyet’ beklediği noktalarda ‘hassas’ davranan ‘Türk’ ile karşılaştığında akan sular durabiliyor...
Durmuyorsa, durmalıdır. Hassasiyetleri gözetmek çözüm yolunun yarısında buluşmak demektir...
Mehmet Emin Yurdakul “Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur” diyordu, kulağıma hiç ters gelmiyor bu dize; bir Kürt şairin ağzından “Ben bir Kürt’üm, dinim, cinsim uludur” dizesini duysaydım da rahatsız olmazdım. Kökeniyle övünmeye elbette herkesin hakkı var.
Çok mu yanlış düşünüyorum?