Seçilmiş başkanların keyfi olarak görevden alınmasına ilke olarak herkesin karşı çıkması gerekir. Ben de seçilmiş başkanların görevden alınmasına karşıyım.
Ama İçişleri Bakanlığı’nın Mardin, Van ve Diyarbakır büyükşehir belediye başkanlarını görevden alma gerekçelerini okuyunca, bunun bir görevden alma değil tam tersineterörle mücadele için gerekli bir tedbir olduğu kanaatine vardım.
Çünkü bu başkanlar seçildikleri için değil yetkilerini seçilmemiş birileriyle üstelik de terör örgütünün tespit ettiği birileriyle paylaştıkları için görevden alınmışlardır.
Seçmen belediyeleri bu başkanlara teslim etmiş onlar da terör örgütünün tespit ettiği sözdeeş başkanlarla yetkilerini paylaşmış ve belediyenin yönetimine terör örgütünü ortak etmişlerdir.
***
Haklarındaki terör örgütü propagandası, terörden atılanları işe almaları gibi teröre destek mahiyetindeki uygulamaları bir yana sadeceterör örgütünün belirlediği eş başkanlarla yetkilerini paylaşmaları görevden alınmaları için yeterli bir gerekçedir.
Devlet bütün imkânlarıyla terörle mücadele ederkenseçilmiş bir başkanın terör örgütünün emrine girmesi tolere edilemez ve asla kabul edilemez.
Mesele ifade özgürlüğü değil, mesele terör örgütünün belediyelerimiz üzerindeki vesayetini kaldırmak ve belediye imkânlarının teröristlere gitmesini önlemektir.
İstanbul’u sel götürürken kendisine ulaşılamayan İBB başkanının görevden almaları anında kınaması terör örgütüne mi destektir yoksa kendisinin de bir eş başkanı var da onu mu korumaktır pek anlaşılmıyor!
Kılavuzu karga olanın
‘Türk siyasetinin en büyük eksiği nedir?’ diye sorulsa verilecek cevap herhalde muhalefet özellikle de ana muhalefet olacaktır.
Genel başkan olmadan önceki hâliyle son derecenazik bir şahsiyet olarak bilinen ana muhalefet lideri, partinin başına geçtikten sonra saldırganlığı, tahammülsüzlüğü, ihtirası ve en önemlisi de bilgisizliğiyle ve öngörüsüzlüğüyle temayüz etmeye başladı.
Özellikle de dış politika konusunda kendi ülkesi aleyhine malzeme üreten bir siyasetçiye dönüştü.
***
Katil Esed ve darbeci Sisi’ye muhabbetiyle, kendi devleti aleyhine oluşturduğu argüman bir tarafa, başta ABD olmak üzere batının güneyimizde oluşturmaya çalıştığı kukla yönetim konusunda ses getirecek bir çıkış yapmadı bugüne kadar. Terör örgütüne açık destek veren ABD’ye karşı devletimizin verdiği mücadeleye şöyle ağız dolusu bir destek vermedi ve ABD’ye ağız dolusu bir rest çekmedi!
Tam tersine Esed’in günahını devletimize yükleyerek akan kandan Türkiye’yi sorumlu tutmak gibi Türkiye düşmanlarının ekmeğine yağ sürmekten çekinmedi/çekinmiyor.
Hatta ordumuzun terör örgütüne karşı başlattığı Zeytin Dalı operasyonuna şiddetle karşı çıkarak iktidara söylemediği laf bırakmadı.
Ordumuz Afrin’e yaklaştığında da ‘Sakın Afrin’e girmeyin!’ diyerek terör örgütünü korumak için yeri göğü inletti.
***
Ordumuz Afrin’e kimsenin burnu bile kanamadan girdiğinde aslında şerefli bir politikacı olarak istifa etmesi gerekirken hiçbir şey olmamış gibi davranmaktan utanmadı.
Hadi oradaki kılavuzu bir Arap ülkesinde kısa süre konsolosluk yaptığı için her şeyi bildiğini zanneden bir cahildi diyelim.
Ya Türkiye Doğu Akdeniz’de savaş gemilerimiz gözetiminde 4 sondaj gemisiyle araştırma yaparak bütün dünyanın şimşeklerini üzerine çekmişken, Rum kesiminin, Yunanistan’ın, AB’nin ve o çok sevdiği Mısır diktatörü Sisi yönetiminin, ‘Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ne işi var?’ diye yeri göğü inlettiği bir zaman diliminde, ana muhalefet lideri ‘Türkiye Doğu Akdeniz’de neden yok?!’ cümlesini nasıl kurabilir?
Böyle bir ana muhalefet lideri her iktidara nasip olmaz!